Genç dergisinin yeni sayısı çıktı

Genç dergisinin yeni sayısı çıktı
Bu mektubu üç kıtada 700 yıl hüküm sürmüş, bunun 400 senesinde ise İslam’ın sancaktarlığını ve ümmetin hadimliğini yapmış bir cihan imparatorluğunun payitahtından bakiye kalan, İstanbul’dan yazıyorum.

Gazze’ye Mektup!

(Furkan Muharebesi’nden Anadolu Muhasebesi’ne…)

Bu mektubu üç kıtada 700 yıl hüküm sürmüş, bunun 400 senesinde ise İslam’ın sancaktarlığını ve ümmetin hadimliğini yapmış bir cihan imparatorluğunun payitahtından bakiye kalan, İstanbul’dan yazıyorum.

Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun yiğit Gazze!... Allah, Azze ve Celle!...

Ey Gazze! “Furkan Muharebesi” adıyla, Haganah ve İrgun gibi terör örgütlerinin 1948’de kurduğu, kana susamış işgal devleti İsrail’e göstermiş olduğun 22 günlük şanlı direniş, ümmetin medarı iftiharı olmasının yanı sıra, ümmetin imanının ve hafızasının da tazelenmesine vesile olduğunu, kemali hürmetle başlangıçta arz etmek isterim. İyi ile kötü, doğru ile yanlış arasındaki farkı gösteren delil anlamına gelen ve hakikati batıldan ayırt etmesi sebebiyle Kuran-ı Kerim’e verilen bir isim olan “Furkan” lafzı, zaten ihtiva ettiği mânâ ile de ne büyük bir sırra delalet etmektedir.

Ey Gazze! Siz yıllarca dünya kamuoyunda hem maddi hem de manevi olarak hep yalnız kaldınız… Siz, “Ancak müminler kardeştir!” düsturunu bildiniz ama sizin kardeş bildikleriniz sizi pek bilemedi ya da bilmek, tanımak istemedi. Hatta belki de işlerine gelmedi. Çünkü sizi bilmek demek; yapılması, olması gerekenleri ve yapılmaması, olmaması gerekenleri bilmekti. Ve Yunus’un dediği gibi, zehirle pişmiş aşı yemeye kimler gelirdi?.. Takip edilecek ihale, yapılacak spekülasyon, sayılacak petrol parası, imzalanacak anlaşma, doğu bloğundan getirilecek sarışın dördüncü eş, Kâbe’yi tepeden gören rezidansında ayaklarını uzatıp yatmak varken, senin derdinle kim dertlenecekti?!.. Hal böyle olunca da destek bir tarafa bazen köstek oldular. Sizi değil, sizi işgale gelen ve size zulmedenleri muhatap aldılar. Size kapanan sadece maddi sınır kapıları değildi, aslında gönül ve insanlık kapılarıydı. Bazen isimler “Mübarek” olsa da ruhlar namertti… Sen Gazze, Büyük Ortadoğu Projesi’nin yetim evladıydın, Selahaddin’ini bekleyen… 

İşte sen böyle bir ahval içindeyken son altı ayını da daha bir zor geçirdin. Bebeklerin mamasız, çocukların gıdasız, yaşlıların ilaçsız kaldı… Elektriğin, suyun, haberleşmen kesildi… Sonrasında dünyanın en büyük ordularından biri havadan ve karadan avuç içi kadar kalmış toprağına saldırdı. En namussuz kitle imha silahlarıyla, kimyasallarla, misket bombalarıyla… Ama senin o bir sözün var ya, o bir sözün, “Bize Allah yeter! O ne güzel vekildir!” diye haykırdığın, işte bütün sır o sözdeydi. Yaşamak da, ölmek de, direnmek de… Bu söz Eyüp’ün sabrını kuşanan bir milletin, zindandan sultanlığa varacak Yusuf’ça imanıydı. Ama bunu da birçok kişi anlayamayacaktı. “Ey iman edenler, iman ediniz!”, “Eğer gerçek müminler iseniz, korkmanız gereken yalnız Allah’tır!” düsturlarına iman getiremeyenler ve Amerika’nın kucağında büyüyenlerle, AB’nin ocağında yürüyenler, sizin bu tavrınızı asla anlayamayacaktı. “Hayber önünde Ali, elindeki zülfikâr; / O Allah’ın aslanı, yiğitliği aşikâr!” Hz. Ali’yi tanıdığını bildiğini sanıp, aslında tanımayıp bilmeyenler; çözümü BM’de, ABD’de, AB’de, falan da, filan da arayacaklardı. Acaba soruyorum da Obama’dan umut bekleyenlerin, Ebabillerden hiç mi umudu kalmamıştı?!.. 

Ey Gazze mektubumun başında dedim ya senin direnişin imanımızı ve hafızamızı tazeledi diye… Evet aynen öyle, unuttuklarımızı bize hatırlattı. Bunların kimisi müspet oldu kimisi de menfi… Zaten bir muhasebeyi tam yapabilmek için iki tarafa da hakkıyla bakabilmek, görebilmek, hatırlamak lâzım değil mi?

Öncelikle her yerde “Osmanlı’nın torunu” olduğumuzu söylesek de dünya üzerinde İsrail’i ilk tanıyan devlet olduğumuzu hatırladık. Sonrasında ise; 1920 yılının 23 Nisan’ında dualarla ve tekbirlerle açılan millet meclisimizde, 2007’nin Kasım ayında sizin çocuklarınızı katleden Şimon Perez’i ayakta alkışladığımız hatırımıza düştü. İsrail – Türkiye dostluk grubumuzun olduğunu ve yüzlerce vekilimizin içerisinde yer aldığını hatırladık. 2008 yılında uluslararası çıkarlarımızı korumak için İsrail’le 1,8 milyar dolarlık anlaşma yapıldığı bilgisine de ulaştık. ‘Uluslararası çıkar’ nedir diye sormayın sakın çünkü biz de bilmiyoruz. Ne çıkarıdır, kimin çıkarıdır vesaire… Ve en acısı da sizleri bombalayan uçakların Mevlana diyarı Konya semalarında tatbikat yaptıklarını öğrenmemiz oldu. Şeb-i Arus, Mevlana, hoşgörü, Konya ve masumlara bomba yağdıran İsrail uçakları… Bu kelimeler aynı satırda yazıldığında ne kadar da müthiş bir tezat oluşturuyor değil mi? Sanırım birileri Mevlana’nın “Ne olursan ol, gel” ölçüsünü, feci halde tersten anlıyor. Ya da birileri İstiklâl Şairimiz Mehmed Âkif’i, asla hiç anlamıyor:

“Kiralanmış kafanın, köleliktir kirası;

Köleler yağmaladı, o mukaddes mirası.” 

Allah Resûlü hicret emri verince, ashap küçük birlikler halinde Medine’ye hicrete başlar. Herkes gizlice çıkıp gittiği halde, Ömer (r.a.) belinde kılıç, elinde ok, hareketinden evvel Kâbe’yi tavafa gider. Yedi kere tavaf eder ve oradaki müşriklere haykırır: “İşte ben gidiyorum! Anasını ağlatmak, karısını kocasız ve çocuğunu babasız bırakmak isteyenler şu vadiye doğru arkamdan gelsin!” İşte Gazze, siz direndikçe, biz Ömer tavrını; “Hakk Ömer’in lisanıyla konuşur.” buyuran Resûllullah’ı hatırladık.

Siz, “Kardeşlerimiz, Siyonistlerin yaşamayı sevmesinden daha çok şahadeti seviyor.” dediğinizde; biz, Malazgirt’te Diyojen karşısında beyaz kefenini giymiş Alparslan’ı, Niğbolu önlerinde “Dayan bre Doğan, yettim” diyen Yıldırım’ı, Konstantinopolis surlarına canı pahasına sancağı diken Ulubatlı Hasan’ı, tarihe 250 bin şehidin kanıyla “Burası Çanakkale Geçilmez!” diye yazdırdığımızı hatırladık.

Siz, Abdülhamid’in torunlarına selam gönderdiğinizde; biz, Osmanlı ruhunun ölmediğine, kıtalar dolaştığına şahit olduk. Sizin selamınız ile, “Şehit kanıyla sulanmış bu toprakların bir karışını bile satamam. Bu topraklar benim değil, şehitlerin ve milletimin malıdır. Bırakalım Yahudiler milyarlarını saklasınlar. Ne zaman biz ceset oluruz, o zaman Yahudiler Filistin’i alır. Ama ben ve Osmanlı, şu anda canlı bir beden üzerindeyken, kadavra yapılmasına kesinlikle izin vermem.” diyen Ulu Hakan II. Abdülhamid Han’ın sesini ciğerlerimizde yeniden duyunca, biz de size selam gönderebildik, “Hamas’a selam, direnişe devam!” demeyi öğrendik. “Bu ümmet ölmeyecekse, bu Abdülhamid Han bir gün mutlaka dirilecektir!” umudunu, dualarımıza satırbaşı yaptık; yüz binler meydanlara aktık.

Siz, elinizdeki bir avuç kuvvetle dünyanın en büyük ordularından İsrail’e ve onun işgaline kafa tuttuğunuzda; biz, 2920 Antep Mücahidi’nin 20 bin kişilik modern Fransız ordusu karşısında şahlanışını hatırladık. Hamas’ın, Anadolu Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nden farkı olmadığını düşündük. Hamas’ı tanımayanların, Sivas ve Erzurum kongrelerini ve katılımcılarını da tanımadığını hatırladık. Vatanını savunanlara her türlü adi iftiranın tarih boyunca atıldığını, Kuvayı Milliye ve sonrasında İstiklâl Harbi kumandanlarının da başta Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, Ali Fuat, Rauf ve Refet paşalar olmak üzere her türlü iftiraya maruz kaldıklarını, işgal orduları tarafından haklarında “Asiler ve avenesinin derhal teslim olması gerektiği” emirlerinin dolaştığını hatırladık.

Siz Gazze’de direndikçe, biz Maraş’ı hatırladık. Gazze’nin Maraş’tan bir farkı olmadığını anladık. Üzerinize misket bombası yağdıran Siyonist orduya en zor şartlarda savaşarak karşılık veren ama teslim olmayı aklından bile geçirmeyen sizleri gördüğümüzde; üzerine top mermisi yağdıran Fransızlara, süngü takıp taarruz eden Urfa çetelerini hatırladık. Bu işin akılla mantıkla olmadığını, hesapta kitapta yerinin bulunmadığını; maddenin tahakkümüne karşı, ruhun tecrübesi olduğuna iman getirdik.

Siz, dinini, vatanını, namusunu düşmana çiğnetmek istemeyen, Şeyh Yasin’in çocukları, İzzeddin Kassam’ın torunları olduğunuzu söylediğinizde; biz, Sütçü İmam’ın, Molla Mehmed Karayılan’ın, Deli Halid’in, İpsiz Recep’in, Kürt Abdurrahman’ın, Arap Hilmi’nin, Kırımlı İbrahim’in, Çerkez Reşit’in, Arnavut Selim’in, Şaban Çavuş’un torunları olduğumuzu hatırladık. Siz teslim olmayı her fırsatta reddedince; biz, “Sonunu düşünen kahraman olamaz!” diyen Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’i, “Savaşacak kadar genç, ölecek kadar yaşlıyım!” diyen Cevher Dudayev’i hatırladık. 

Siz Gazze’de 1300 şehit verdiğinizde; biz 1917 yılındaki I. ve II. Gazze Müdafaası’nda binlerce şehidimizi hatırladık. “Gazze!” deyince, “Derdi dünya olanın değeri, bağırsaklarındaki kadardır.” buyuran Gazzeli İmam Şafi’yi hatırladık. Malımız, mülkümüz, paramız içinde bulunan ‘senin hakkını’, sana göndermeyi tecrübe ettik.

Ve son Gazze Müdafaası’nda siz, can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak düzeyde bir gözü karalıkla, son nefesinizi vermeden şahadet parmağınızı havaya kaldırıp kelime-i şahadet getirdiğinizde, “Birruh Biddem Nefdik Ya Gazze!” diye haykırdığınızda; biz Medine Müdafaası’ndaki Ömer Fahreddin Paşa’nın sesini duyduk:

“Ey Nas! Malumunuz olsun ki bu kahraman askerlerim, bütün İslam’ın manevi desteğiyle hilafetin göz bebeği olan Medine’yi son fişeğine, son damla kanına, son neferine kadar muhafazaya ve müdafaaya memurdur! Buna Müslümanca, askerce azmetmiştir! Bu asker Medine’nin enkazı altında ve nihayet Ravza-i Mutahhara’nın yeşil türbesi altında kan ve ateş içinde kırmızı bir kefende görülmedikçe, Medine kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minarelerinden ve yeşil kubbesinden al sancak alınamayacaktır! Allah-ü Teâlâ bizimle beraberdir! Şefaatçimiz O’nun Resûlü Peygamber Efendimizdir! Ey bütün tarihi eşsiz kahramanlıklar, şan ve şereflerle dolu Osmanlı ordusunun yiğit subayları! Ey her cenkte cihanı tir tir titretmiş, asla kimseye boyun eğmeyerek daima namus ve din borcunu kanıyla ödemiş yiğit Mehmetçiklerim! Kardeşlerim! Evlatlarım!.. Allah’ın huzurunda huşu ve vecd içinde gözyaşları döktüğümüz Peygamberimizin karşısında hep beraber diyelim ki; Ya Resûlullah, biz seni bırakmayız!”

Artık, şairin “Gözlerim nemli değil! Gözlerim namlu!” dediği gözlerle, Allah Resûlü’nün kâinatı kuşatan şefaatine sığınarak, Müntakim olan Yüce Mevla’dan, tüm İslam âleminin mazlumluğuna nihayet verdirecek olan sabahın nurlu şafağını bekliyoruz; şah damarımızdaki ebediyet sedası ve taklit kabul etmeyecek olan bin yıllık bir Anadolu edasıyla

“Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!”  

Serkan BİLGE - Genç Dergisi – Mart 2009

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.