Hasan Gezer Sanatalemi'ne konuştu
Şiir canlı bir organizma gibi her an hücrelerini yenileyen bir olgudur. Kendi içinde bir matematiği ve bir musikisi olduğu hususunda pek çok şair hemfikirdir. Türk şiiri kendi yatağını arayan bir ırmak gibi sürekli arayış içinde olmak durumunda kalmıştır. Bu durum sadece günümüz şiiri için değil eski şiirimiz için de geçerli değil midir? Ya Fars etkisi ağır basmış ya Arap etkisi… Şimdilerde ise batı şiiriyle bir hesaplaşma çabası içindedir Türk şiiri… Yer yer özgün tarafları vardır yer yer esinlenmek zorunda kalmıştır şairlerimiz… İşte bu meyanda Şair Hasan Gezer ile Türk şiirinin imkânları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
''İnsandaki şairlik kendini kabul ettirme içgüdüsünün eseridir. Aşağılanmanın eseridir. Şairlik aşağılanmanın eseridir'' diyor Sedat Umran... Aşağılanma olmasa şair olmazdı. Şairler kendini kabul ettirmek için ille de bir otoriteden onay almak gerektiği gibi bir yargıya varırlar. Onay almak kaygısı şiirin imkânlarını daraltmıyor mu?
Aykırı bir duruşu olabilir şairin, hatta belki olmalıdır; bu durum, onun olaylara, insanlara, eşyaya olan farklı bakışı ve algılayışından kaynaklı bir aykırılılıktır. Yoksa sırf farklı bir duruş sergilemek için değildir. Şair olmazdı aksi taktirde, söylemezdi; eşya ile insanlar ile olaylar ile şiir ile arasındaki iletişimi, söylenmiş olanı okumakla sınırlı kalırdı. Şair de bir insandır nihayetinde; ancak verdiği eser itibariyle her sanat dalında olan fakat şairde kendini oldukça fazla hissettiren bir olgu vardır: bir yaratım sürecinin icrası. Bu olgu, insanların dünyaya, hayata bakış açısı ve inanç boyutundan bağımsız olarak şekillenir ve kendini gösterir. Böylesi tartışma kabul etmeyecek yaygın bir kabulleniş varken; iddia ortaya koyan bir tavır sahibini yani şairliği 'aşağılanmanın eseridir' diye dar bir kalıba sıkıştırmak, hapsetmek hatta zayıf ve hastalıklı göstermek şiire ve şaire haksızlıktır. Burada söylenmesi gereken verilen beyanatları -demiştik ya şair de bir insandır, o bağlamda değerlendirip- hangi ruh haliyle söylediğine bakmak lazım. Ya da şairdir söylemiştir demelisiniz…
'Umudun Menzili' adlı kitabınızla biz sizin şiirlerinizde dilde bir taassup içinde olmadığınızın işaretlerini alıyoruz. Yaşayan Türkçemizin sahiplenilmesi bu anlamda güzel bir şey olarak duruyor. Bir şair için ifade-i meram açısından yaşayan dili kullanmak önemli bir avantaj ola gerek; siz nasıl bakıyorsunuz yaşayan Türkçeyi kullanmaya?
Dil yaşayan bir varlık bir organizmadır; tüm diller, kendini çoğaltma, yeni kelimeler üretme gibi öz yapısı içinde farklı yeteneklere sahiptir. Bir fiilden, bir çok farklı anlamlar yüklediğiniz kelimeyi üretebilirsiniz. Sosyolojik, ekonomik, teknolojik gelişmeler oldukça; kültürel zenginlikler ve yenilikler arttıkça dil kendini çoğaltma ve genişleme ihtiyacı duyar. Bu zorunlu genişleme ve çoğalma ihtiyacı o toplumda yazıp-çizen, düşün ve bilim adamlarının çabaları ve üretkenlikleriyle hayat bulur. Ne yazık ki bizde, eski ile yeni arasında anlamsız ve gereksiz bir çatışma süregelmiştir uzunca bir süredir. Bir dönem cevap mı denmeli yanıt mı denmeli tartışması yaşanmıştır örneğin. Bir de şu var, Lügat-ı Türk'te Kaşgarlı Mahmut "Yanut" kelimesini kullanmıştır bunu ne yapacağız peki? Bu üçünden hangisini kullanacağız? Bu tür zorlamalara da reddetmelere de gerek yok bence. Türk toplumu göçebe yaşamdan yerleşik hayata çok geç geçtiği için bizde yazılı edebiyat fazla gelişmemiştir. Ancak sözlü edebiyat ürünlerinin daha fazla geliştiğini ve bu günlere aktarıldığını görebiliriz. Bunun en başında da şiir gelmektedir. Bu yüzden yaşayan Türkçe'yi en çok şairlerin savunduğunu görürsünüz; doğal olan da budur. İşte 13. yüzyılda yaşayan Yunus Emre'yi, Mevlana'yı, 17. yüzyılda yaşayan Karacaoğlan'ı bugün okuyup anlayabiliyorsak bu kavgaların anlamsız olduğunu düşünüyorum. Kaygıların yersiz olduğunu savunuyorum; değil midir ki Türkçe -bir çok dilde olduğu gibi- başka dillerden fiil almamıştır; Türkçe'de yabancı fiil yoktur. Öyleyse panik yapmaya ne gerek var. Elbette başka dillerden kelimeler alacaktır, başka dillere kelime verecektir, bu normaldir. Tüm kültürel, teknolojik, siyasi iletişimlerle; alışverişlerle, isteseniz de önüne geçemeyeceğiniz bir durumdur ve çok doğaldır. Endişe etmeye gerek yoktur; başka dillerden dilimize geçmiş kelimeleri kullanmaktan imtina etmeye, onlara savaş açmaya gerek yoktur. Türkçe zengin bir dildir; bu kuru gürültüler nedeniyle fakirleşmektedir. Türkçeyi rahat bıraksınlar; böyle hoyratça budamasınlar, dallarlını kırıp dökmesinler, suni gübre vermeye, ilaçlamaya gerek yok, onun gövdesi ve kökleri çok sağlam çok güçlüdür; ihtiyacı olan neyse almasını bilir, daha gür ve güçlü dallara filizlenmeye devam edecektir.
Attila İlhan'la tanışıyordunuz ve uzun süren bir teşriki mesainiz vardı. Attila İlhan'dan devraldığınız şiir damarını canlı tutmak gibi bir gayretin içinde olduğunuzu seziyoruz. Sizce Attila İlhan bize şiir adına nasıl bir pencere açıyor?
Attila İlhan'la, evet, tv8 de iki yıl birlikte olduk. Bu kısa zaman diliminde keyifli sohbetlerimiz oldu sanat üzerine, edebiyat üzerine, şiir üzerine. Beni dostluğuna kabul etmiş olması şahsım için bir şanstır. Yarı aydın bile sayamayacağımız bir çoklarının her konuda bir söylev geliştirdiği ve sözlerine itibar edildiği bir zaman diliminde onun tespitlerini şimdi daha iyi anlıyorum ve bu gençliğin onu tanıyarak büyümesi gerektiğini düşünüyorum. Attila İlhan hem iyi bir şair, hem de donanımı müthiş tam bir Türk aydınıdır. Şiiri iyi bilen, kendi vadisini bulabilen ender şairlerden biridir. Mavi Hareketi'nin lideri aynı zamanda. Mavi Hareketi, yapay bir doğum değildir. Sonuca ulaşamamıştır ancak çıkış noktası çok bilinçlidir ve haklıdır. Birinci Yeni, yani Garipler Hareketi, şiiri çok ayağa düşürmüştür. Böyle bir ortamda çok haklı olarak Attila İlhan şiire sahip çıkmıştır. İkinci Yeni de çok üst perdelerde halka sırt dönmüştür. Bugün birçok aydının dediğini Attila İlhan hiç çekinmeden ve bıkmadan 1950'lerden başlayarak söylemiştir ve arkasında durmuştur.
Türk şiiri geleneklerinden kopamaz demiştir. Halkı dışlayamaz demiştir. Doğu ve Batı şiirini kucaklamak ve kendi milli duruşu içinde yoluna devam etmek durumundadır demiştir ve onun da mücadelesini verebilmiştir. Bunların altına her aklı başında Türk Şairi imzasını atar diye düşünüyorum. Dolayısıyla ben de bir şair olarak hem imzamı atıyor hem de bunu bir görev addederek omuzlayıp bu damarın devam etmesi için bir mücadele başlatıyorum. Mavi Hareketi ölmemiştir çünkü bu hareketi savunan ben ve benim gibi şairler vardır ve bu bayrak yarışı devam edecektir.
Bizzat kendime görev addettiğim şey, çağın şiir donanımlarını en kapsamlı bir şekilde yorumlayıp süzgeçten geçirerek hatta damıtarak kendi yorumumla en üstlere, bu hareketi layık olduğu yere çıkarmaktır. Aslında bu yolda işimizin çok zor olduğunu düşünmüyorum, çünkü Türk şiiri çok zengin bir mirasa sahiptir. Ayrıca Türk şiirinin dünya edebiyatında yeni mevziler kazanabilmesi için aydınlarımızı ve şairlerimizi göreve davet ediyorum.
Şiirinizde hem Nazım Hikmet hem de Necip Fazıl tadı var; Size göre bu iki dev ismi bir potada eritmek şiir için nasıl bir zevk ve nasıl bir zenginleşmedir? Bu duruma 'şiirin içini boşaltmak' diyenlere ne diyorsunuz?
Thomas Stearns Eliot "Eğer bir şairin yapıtı, ülkesindeki geleneksel şiir zincirinin bir halkasını oluşturmuyorsa yapıtı da bir anlam taşımaz. Şair yapıtını ülkesinin geleneksel şiir mirasını kullanarak oluşturmalı, ama öte yandan kendisi de yeni katkılarıyla bu mirası zenginleştirmeli" diyor.
Elbette başka ülkelerin şiirinden de yararlanabilir şair; tabii bu sadece bilgi ve yöntem açısından olmalı. İşte nasıl ki, Yahya Kemal, Attila İlhan gibi şairler geleneksel Türk şiir mirasından beslenmişler, Fransız şiirinden yararlanmışlarsa; nasıl ki Necip Fazıl şiirinde Baudelaire izleri görüyorsak; Nazım Hikmet şirinde yine Fransız şiirinden etkiler görüyorsak ki görüyoruz. Mesela Nazım şöyle der, "Yahya Kemal, büyük ustadır, Türk şiirinin tekniğine büyük hizmetler etmiş bir insan, kendi tarzında ve zihniyetinde kültürlü ve çok zevkli bir hocadır. Pek sever ve pek beğenirim. Ve bu taraflarını inkâr etmem ve edenlere karşı kavgaya hazırım. Politikada ve cemiyette tesiri ise, benim telakkime göre geri ve mürtecidir..." Hem Nazım Hikmet hem de Necip Fazıl bu toplumun yetiştirdiği önemli iki şairdir. Siyasi duruşları ve hayata bakışları farklıdır; yaşadıkları dönem hem dünya hem de Türk siyaseti çalkantılar içinde ve bir dönüşüm seyrindeydi, bu yüzden şiirleri politik duruşlarının etkisinde kalmıştır. Bu durum onların büyük şairliklerine halel getirmez elbette. Ancak Türk şiiri, onları da aşabilecek güçlü bir mirasa sahiptir.
İşte bu noktadan bakıldığında benim, çığır açan ve iz bırakan yabancı ve bir çok Türk şairden olduğu gibi onlardan da beslenmiş olmam doğaldır. Evet bu bir zenginliktir; şiirin içi boşalmış olmaz. Bilakis bu mirası kendi yorumumla zenginleştirerek en güzeli aramaya devam ediyorum. Bu arayış ömrümün sonuna kadar devam edecektir.
"Bir hoş sadâ bırakmak niyetindeyim" diyorsunuz... Şiiri uzun soluklu bir koşu olarak kabul edecek olursak siz bu koşuda hak ettiğiniz hoş sadayı bırakabildiğinize inanıyor musunuz?
Böyle bir iddiada bulunmak için çok erken; koşu bitmedi. Ancak bu yolda çaba sarf ettiğimi söyleyebilirim. Ayrıca bir şair için, şiirle geçen tüm zaman dilimi, fırtınalı bir denizde limana ulaşmak ve orda eğleşmek mesabesindedir.
Bir şiirinizde ''Hasret yaman, sevda güç olur İstanbul'da! ...'' diyorsunuz. İstanbul'da yaşamak ve ölmek gibi sevda çekmek de güç galiba siz ne dersiniz?
Günümüzde aşka ve sevdaya bakış, algılayış, yorumlama ve onu yaşama şekli değişmiştir. Bu sadece İstanbul'a has bir olgu değildir. Bu çağda sevmek, sevene de kendisine sevdalanılana da zarar veriyor. Neden? Çünkü artık insanlar, bu çağın suni enstrümanlarıyla donandılar. 'Leyla ile Mecnun'un, Kerem ile Aslı'nın, Ferhat ile Şirin'in aşkı gibi yaşasın herkes yaşayacaksa' demiyorum elbet. Ancak şu ne kadar doğru: 'Bu çağda öyle sevilmez; senin sevda dediğin şey başka bir şeydir, sen sevgi zannediyorsun (!)' diyorlar. Kadın erkek ilişkilerine yüklenen anlam ne kadar sığ ne kadar banal. Hem kadına hem de erkeğe dolayısıyla toplumun geleceğine zarar veriyor bu ve benzeri bakışlar. Umberto Eco diyor ki, "Dünyada bir tek aşk vardır o da benimkisidir; gerisi bunun çeşitlemesidir". Türdeş bir bakış açısıyla sevebilen kaç kişi var acaba? Merak bile etmiyorum.
Şiir bir şekilde muhalif bir damardan da beslenmelidir. Hayata karşı tavır alan bir şiir için sizce şair nerelerden beslenmelidir?
Şair içinde yaşadığı toplumun, hatta dünyanın gerçeklerinden kopuk yaşayamaz yaşamamalıdır. Ve yine mensubu bulunduğu toplumun sorunlarından soyutlanarak eser veremez. Eğer öyle olursa kalıcı bir eser ortaya çıkmaz zaten. Dolayısıyla, şunu çok rahat söyleyebiliriz: var olan bir sorun, siyasi iktidarlar, devlet mekanizması ve sivil toplum örgütlerinin bakış açıları ve uygulamalarından kaynaklıdır. Bir şairin bunu fark edip duyarsız kalması nasıl düşünülebilir. Doğal olarak muhalefet etmek zorundadır.
İşte tam bu noktada şunu sormak istiyorum: Şair bir anlamda 'müdahil adamdır' şiiri yazıp ortada bırakmıyorsunuz. Alternatif Düşünce Platformu adıyla bir düşünce ortamı üretiyorsunuz. Bu haliyle çevrede olup biten her şeye bir şekilde kayıtsız kalmadığınızı da ispat ediyorsunuz. Şairler her hareketiyle meydanda/ cephede olmalı mı sizce de?
Şair, kamu oyu önderidir, toplum mühendisidir. Ama bundan 7-8 yıl önce duyduğum bir söz bir tanımlama vardı, 'rıza yönetim sanatı' şeklinde tanım bulmuş; bu değil ama. Toplumun rızasını yönetmemeli hiç kimse. Ne demek bu, kimin haddine bir başkasının, toplumların, kitlelerin rızasını yönetmek. Olumlu bir toplum mühendisliği, kamuoyu önderliği bizim konumuz olabilir ancak. Nazım ne diyor: "Şair, bulutlarda uçtuğunu vehmeden dejenere değil, hayatın içinde, hayatı teşkilatlandıran bir vatandaştır!" İşte türdeş bir bakış açısıyla 2002 yılında kurulan ve benim de kurucu başkanlığını yaptığım kıymetli ve donanımlı insanlardan oluşan bir sivil toplum örgütüydü Alternatif Düşünce Platformu. Ne yazık ki uzun soluklu olamadı; bu ülkede sağduyulu bir çabanın örgütlenmesinin ne kadar zor olduğunu deneyimledik. Ancak hiçbir çaba karşılıksız kalmaz; mutlaka bir iz bir tohum bırakır, bir gün yeşerir filizlenir. İşte şu günlerde daha küçük adımlarla tekrar yola çıkıldı; umarım yakın bir gelecekte daha etkin bir konum ve mevzi kazanacaktır. Tolumsal fayda üretebileceğimiz güzel faaliyetler olacaktır diye düşünüyorum.
Bahaneyi değil çözümü üretecek bir çıkış için Türk şiirinin önündeki imkânları yeterli buluyor musunuz? Aha işte tam da ideal Türk şiiri budur diyebilmemiz için ne yapmamız gerekiyor?
Çok acıdır ama bugün eli kalem tutan bazı aydınlarımız, 'şiir devrini kapattı' diye yazıp söyleyebilme gafletine dahi düşmektedir. Biz şairler bu aydınlarla (üzülerek söylüyorum) mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Halbuki her şey biter şiir bitmez. Tabi ki toplumun sorunu oldukça şiirin de sorunları olacaktır. Sorunu olan her şey biter mi, böyle bir anlayış çok saçma değil midir? Aslında şiirin sorunu varsa bu bir şanstır. Demektir ki, mücadele devam edecektir. Yol alınacaktır, yeni ufuklara yelken açılacaktır. Demektir ki, nice güzel şairler nice mükemmel şiirler yazacaktır. Aslında iyi bir taraf şiirde kalıpların yıkılmış olmasıdır. Birçok vadi vardır artık. Önemli olan şiiri iyi bilenlerin bu vadilerden yürüyüp öncü kuvvet olabilmeleridir. Bu konuda fedakar, gayretli ve başarılı şairlerimiz vardır. Bu memnuniyet vericidir. Biz de Mavi Hareketi vadisini şahlandırmak için yola çıktık. Sonucun çok güzel olacağı umudundayız. İdeal Türk şiiri yazılsa bile hep daha idealine koşulacak, Kadim Türk sanatı daha idealini isteyecektir. Zirveler bitmez ki. Her zirve yeni zirveler doğuracaktır.
Her anne en çok kendi çocuğunu sever. Siz de en çok kendi şiirlerinizi okumak istersiniz mutlaka… Sizin için önemli bir yerde duran bir şiirinizi bizimle paylaşır mısınız?
Her çocuk güzeldir; sevgiye layıktır. Bir el saçlarını okşamalı, buna ihtiyacı vardır. Şiir ise eğer o söz dizimleri, her şiir de güzeldir; söylenmeli, okunmalıdır. Her çocuğun ayrı bir yeri vardır hepsi özeldir… Bir tanesini söyleyelim.
Gecenin Yolculuğu
Damarlarıma yürüyor akşam sinsice
Günbatımı esintisiyle o serçeler ötünce
Hataların affı cehennemim olur
Her bahar umudumdur filizlere yürüyen
Oysaki her bahar cenneti umar, cehennemi bulurum
Umutlara tırpandır küstah itirazlar
Gözlerim kızıl kıyamet, sözlerim keskin sirke
Yüreğimdeki tipide yanar, ateşten öfkeler kuşanırım
Güneş öfkemi eritmeye doğar
Şiddetli ihtilaller yaşanır beynimin kıvrımlarında
Sek sek oynar gözbebeklerinde asılı gülümsemeler
Pimpirikli bakışlar altında yaşanıyor yaşanan ne varsa
İlişilmesin öfkeyle hüznün gerdeğine
Beynimin rahmine düşenden ne doğacak kim bilebilir?
Belki bir umut doğar kim bilir!...
Hangi suya çizilir umudun resmi?
Hangi fizik hesabeder, damarımda akan akşamın debisini?
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkür ederiz…
Ben teşekkür ederim.
Umut Bulut/ Sanatalemi.net
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.