Milli Şair ve Milli Hain

Milli Şair ve Milli Hain
Nedendir bilmem ruhum uykuya dalmak istemiyor bu gece, kim bilir belki yatmadan önce atıştırdığım abur cubur engel oluyor; belki de kimliğimi belirlemeye çalışırken içine düştüğüm buhranlı ruh hali… Beynimin içini kemiren ses: ‘seni uyutmayan

Şimdi hatırladım, geçenlerde okuduğum bir makale hazımsızlık yaptı galiba... Makale, milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un en büyük oğlu Emin Ersoy ve Çetin Altan arasında geçen hazin bir diyalogun özetini içeriyor. Mehmet Akif ve ailesine uygulanan tecrit politikasının belki de en hazin örneğidir; Emin Ersoy olayı… Türk olduğum için, unutmamak için, başkalaştırmamak için, vatan şairi için, vicdanlı olduğum için, insan olduğum için bu hazin olayı paylaşmak arzusu içerisindeyim. Olayın özetini yapacak olursak; Emin Ersoy Kışlada kuran-ı kerim okudu diye askeri mahkemeye sevk edilir; yakın bir arkadaşının sayesinde hapishaneden kaçmayı başarır. Kaçış uzun sürmez, yurtdışında yakalanır ve Türkiye Cumhuriyetine teslim edilir. Bu teslimiyet bundan sonraki hayatının her alanında kendini gösterecektir. Cezasını çekip hapisten çıkar; fakat vefasızlık duvarından ömür boyu kurtulamaz. Bir kuru ekmeğe dahi muhtaç olduğu günler yaşar, ömrünün son demlerinde, vefasızlığa inat yaşamak için sol görüşe mensup Çetin Altan’ın kapsını çalar. Altan, saçı sakalına karışmış bu yaşlı adamı tanıyamaz. Ersoy, mahcup bir sesle kendini takdim eder. Altan’ın yüz şekli değişmiş ses tonu titremeye başlamıştı. Altan, mahcubiyetini belli etmemeye çalışıyor bir yandan da sanki kırk yıllık ahbabını bulmuş gibi ona içten ve samimi davranmaya çalışıyordu. Emin Ersoy istifini bozmadan mahcubane bir halde başını öne eğerek ‘sizden yardım rica etmeye gelmiştim’ der. Altan’ın başından aşağı kaynar su dökmüşsünde feryadını içine at demişsin gibi olmuştu; bu feryat ruh âleminde şu sözlerle yankılandı: ‘Gökler mi tepeme yıkıldı, yer mi yarıldı da, ben mi yerin dibine geçtim; doğrusu fena, allak bullak oldum.’ Kâbusun biran önce sona ermesi için olsa gerek süreci hızlandırdı, titreyen elleriyle cüzdanındaki bütün parayı Emin Ersoy’a takdim etti. Başı öne eğilen Ersoy: ‘çok çok teşekkür ederim’ dedi. Ağır adımlarla geldiği gibi gitti. Bu hazin olayın üstünden bir ay bile geçmemişti ki gazetenin 3. sayfa haberlerini okuyan Altan’ın gözüne bir haber ilişti. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un oğlu Beşiktaş’ta bir çöplükte ölü bulundu.  ‘‘Milli şairin öz oğlu bir çöplükte ölü bulundu.’’ Bu cümle vicdan sahibi her neferi üzer, nitekim beni de üzdü ve derin düşüncelere sevk etti. İşte insanoğlunun farklı ve gerçek bir yüzü, vefasızlık… Muhakkak ki bu olay münferit bir olaydır fakat olayın menşeinde bulunan kişi milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’dur. Bu münferit olaya ironisel ve dramatik yorumlar yapmamız milli bilincimize ve milli şuurumuza katkısı olacağını düşünmüyorum. O yüzden daha bilimsel ve akılsal milli şuurumuza ve milli bilincimize katkıda bulunabilecek yorumlar yapmamız kendi vicdanımızı rahatlatmaktan daha eftal vazifelere görev yapacağını düşünüyorum. Bazı suçlar vardır ki yasayla belirtilmemiştir; fakat halkın vicdan mahkemesinde yargılanıp vefasızlığa mahkûm edilir. Bu hazin olay farklı bilinçlerde farklı yorumlara neden olabilir. Örneğin, Sağ görüşe mensup bir vatandaş bu vefasızlığa ‘‘vah vah’’ çok yazık olmuş neler yapmışlar üstadın oğluna, tarzında vahlanmadan öteye geçmeyen kendi vicdanını rahatlatmaya yönelik kuru bir yorum yapabilir. Diğer yandan sol görüşe mensup bir vatandaş vefasızlığa uğrayan kişiyi düşmanıymış gibi idrak edip      ‘‘oh oh’’ çok güzel olmuş yobazların sonu böyle olmalı işte diyecek kadar ideolojisine ve fikirsel mantalitesine saplanmış talihsiz yorumlar yapması toplumun fikirsel ayrılığa ve kutupsal farklılaşmaya gittiğinin çok bariz bir göstergesidir. Suç kimin peki vah vah diyen sağcıların mı, oh oh diyen solcuların mı? Yoksa haklı fikirsel kamplara bölerek sen sağcısın sen solcusun diyen ideolojik fikirlere hizmet eden beyinlerin mi? Sorunun cevabını halkın vicdan mahkemesine sevk ediyorum. Çamur at iz kalsın politikası zayıf inanların kullandığı basit ve çözümü çözümsüzlüğe mahkûm eden bir politikadır.
Birilerini vefasız ilan etmek, diğerlerini tenkit etmek fikrimize ve zikrimize yakın olanları elekten geçirmeyip suçu bir görüşe veya bir kesimin üzerine yıkmak kendimizi kandırmaktan öteye giden bir davranış olamaz. Yapılan suç toplumsal bir suçtur; içerisinde askerinden siviline, gencinden yaşlısına, fakirinden zenginine, cahilinden okumuşuna, sağcısından solcusuna toplumun tamamını kapsayan bir yapılanma vardır. Ersoy, hepimizin arasında yaşadı; cuntacı yönetim, fikrini kelepçeledi zengin, ekmek vermedi; fakir derdin sormadı.
Okumuş olayı hasıraltı yaptı. Cahil ben anlamam dedi. Herkesin ve her kesimin bir bahanesi vardı. Medeni toplumların yaptığı gibi yapalım ve şapkayı önümüze koyup biraz düşünelim, bizi değerli kılan, değerlerimizin emanetlerini neden değersizleştiriyoruz.

HALİL İBRAHİM BAŞER

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.