‘Cihat sineması’ mı, ‘sinema cihadı’ mı?
Neden filmlerin geneli siyahtan açılır? Öncesine yerleştirilen karanlık zeminin üzerine bina edilecek bir "görünürlük" sebebiyle...
Az sonra izleyecekleriniz, az önce geride bıraktığınız karanlığa ışık tutacak. Ne verildiği önemli değil. Siyahın üzerine gri de sürseniz kendini belli eder. Siyahın üzerinde göremeyeceğiniz tek şey, kara lekedir. Belki de beyaz perdede gördüğünüz o siyahta saklı olan lekeler vardır...
O halde, iyi şeyler görünür; görünür olmalıdır...
Edward Said, Filistin Sineması'ndan bahsederken, 'görünürlük' ve 'görsellik' kavramlarının altını çizmişti. Said, BM'de bir konferansta Filistin ile ilgili görsel malzeme bulamama, kullanamama sıkıntısından yakınmıştı.
Tamamen metaya indirgenmiş, alemi duyularına endekslemiş, görmediğine inanmayan, gördüğünü tüketen bir 'modern varlık'ın kafasına vura vura zihnine yerleştirmeniz lazım bazı şeyleri.
Mezalimi mesela...
Öyle bir zaman yaşıyoruz ki, mazlum olan kişiye "mutlaka bunu hak edecek bir şey yapmıştır"; zalime ise, "hak etmeseydi yapmazdı" sözleriyle yaklaşılıyor.
Dev yel değirmenlerine karşı, soyut silahlarla yapılmak zorunda olunan bir 'cihat'tan bahsediyorum. İnsanlık adına yapılan, zulme karşı direnişin belki de en ateşli mühimmatı olabilecek sanattan; sinema ile cihattan...
Doğu Türkistan'da yaşananlar, Filistin'de şahit olduğumuz manzara ve Patani'deki katliamlara ekleyince düşünmeye başladım bu meseleyi...
Doğu Türkistan ile Tibet, Çin'in şu anki 'resmi' sınırlarının batısını oluşturuyor. Düşünsenize; zaten içine kapalı olan komünist yönetimin batıya akan damarları Tibet ve Doğu Türkistan. Ve her iki toprak da işgal edilmiş durumda.
Doğu Türkistan'dan kim haberdar?
Peki dünya hangi özgürlük mücadelesinden haberdar? "Tibet'in yerini sorsanız kaç kişi gösterir" demeyeceğim. Bırakın yer göstermeyi, kaç kişiden "Doğu Türkistan'ın, Türkiye'nin doğusu ya da Türkmenistan'ın bir kısım toprağı olduğu" seçeneği dışında cevaplar aldınız? Dünyayı geçtim, hem Türk hem Müslüman olan bu toprak ahalisinin ne kadarı Doğu Türkistan diye bir yerin varlığından haberdardı?
İşte bu habersizliğin yegâne sebebi "görünür olamama" durumudur. Ve görünür olabilmenin en önemli yöntemi ise sinemadır.
Tibet'le ilgili çekilmiş filmleri ya da içinde Tibet'teki özgürlük mücadelesinden bahsedilen Hollywood filmleri saymakla bitmez. Buda, bu sayede özgürlük sembolü olmuştur.
Peki Doğu Türkistan özelinden tüme varırsak, İslam coğrafyalarındaki zulümlerden ne kadar haberdar dünya. Bir El Cezire olgusu yaşanıyor son yıllarda. Irak'taki işgalin başladığı dönemde Batı'nın ellerinde olmayan bir TV'nin varlığının önemini anladık. Gazze'deki son katliamları da neredeyse canlı izledik.
Ancak "söz uçar yazı kalır". Haber görüntüsü de uçar; sinema ise sonsuzdur...
Filistin ile ilgili yapılan filmlerin sayısı o kadar azdır ki, bir Filistin sinemasının varlığından bile çok zor söz edilir. Filistin'deki cihada verilen destek sadece belgesel boyuttadır. Ki, Filistin'le ilgili belgesellerin çoğunu da Müslümanlar değil, vicdan sahibi Batılılar çekiyor.
Hiçbir şekilde gündemden düşmeyen Filistin sorunu bile beyaz perdeye bu kadar az aktarılmışken, Doğu Türkistan, Bosna, Çeçenistan, Keşmir, Patani ve daha birçok coğrafyada akan Müslüman kanından dünyanın nasıl haberi olacak?
Zalime sıkılan kurşunlar ve sinema
"Sinema ile Cihat" cümlesini gayet de aklım başımdayken kullanıyorum. Kişinin nefsinden başlayan bu "en büyük savaş" anlamına gelen kelime, öyle bir an gelir ki, sinema sözcüğünün yanında zalime karşı sıkılan binlerce kurşundan daha faydalı olur.
Bilgi çağında, enformasyonun belli mihraklarca yapıldığı bir tabloya dahil olacak 'legal' fırça darbeleri; insanlığın gözüne çekilen mile merhem olacak renkleri barındırıyor.
Burada 'dini' ya da 'milli sinema' kavramları devreye giriyor. Ama kast ettiğim bu değil. Zira sinemanın dinisinin ya da millisinin nasıl olacağı da çok su götürecek bir şeydir.
İslam cumhuriyeti olan İran'da da çok tartışılan bir konu bu. Yani bir sinema nasıl dini olur. Dini konulardan bahsederek mi? Örneğin "Çağrı" filmi dini bir filmdir. Peki Mecid Mecidi'nin "Cennetin Çocukları" da dini bir film midir? Oyuncu kadınlar kapalı, müstehcenlik barındırmıyor veya İran topraklarında kayda alınıyor diye mi dini olur bu film?
Dinilik, "kör göze parmak" şeklinde mi aktarılmalı perdeye?
Ülkemizde Yücel Çakmaklı'nın öncülük ettiği Milli Sinema akımının filmlerine baktığınızda, "değerlerinden uzaklaşacakken başına gelenler sebebiyle özüne dönen", "başı açıkken hidayete eren ve örtünen" kurmaca hikayelerin yanında; Kelebekler Sonsuza Uçar ya da Çizme gibi tarihi vakıalardan yola çıkan, ama yine açık açık dini argümanlar ve konular kullanan filmler gözümüze çarpar. İyi de, ibadet, dini hayat şekli ya da kültürel öğeleri açıkça kullanınca mı bir film dini olur?
Mesela ülkemiz sinemasının genç isimlerinden Semih Kaplanoğlu'nun filmlerinde böyle bir tat olup olmadığına dikkat ettiniz mi?
Ya da Nuri Bilge Ceylan, modern zaman içindeki insanın ve aile olgusunun sahteliğini kameraya aldığında ve doğru şeyler söylediğinde nasıl bir sinema yapmış olur. Filminde hiçbir müstehcen sahne olmaması, 'aykırı' bir üslup kullanmaması sinemasını o kapsama sokar mı?
Yani Doğu Türkistan özelinden yola çıkarak beyaz perdedeki eksikliğini dile getirmeye çalıştığım mücadele, doğrudan dini argümanlarla yapılmak zorunda değil. Konu her şeyden önce insan hakları ihlali konusu.
9/11 belgeselinden Michael Moore'un imzasını çektiğinizde, altına çok rahat müslüman bir yönetmenin imzasını atabilirsiniz.
Burada anlatmaya çalıştığım şu...
Müslüman elinden çıkan bir işin elbette diğerlerinden bir farkı olmalıdır.
Ancak müslüman işi olması için bir eserin illa da somut dini semboller ya da dil kullanması gerekmez. Sinema ile yapılacak cihadın, bağıra bağıra slogan atmaması gerekir. Gerçek sinema zaten "dilini" ayarlayabildiği müddetçe, mesajını verecektir.
Afgan mücahidi, Taliban teröristi (!)
Niceliği konusundaki görüşüme katılmayabilirsiniz. Ancak niteliği bakımından bir "cihat sineması" ya da sinema cihadı"nın zaruretinin altını tekrar çizmek istiyorum.
Rusya'ya karşı savaştığı sırada "Afgan Mücahidi" olan Müslümanlar, bugün "Taliban teröristi" olarak addediliyor. Nasıl bir silahtan bahsettiğimi anlatabiliyor muyum? Bütün dünyayı yönlendiren, hepsinden önemlisi insanlığın hafızasına gerçekleri kazıma etkisine sahip bir silahı kastediyorum.
Kendimi bildim bileli, "İstanbul'un Fethi'nin filmi niye çekilmiyor?" Diye sorup duruyoruz kendimize. Cevabı çok açık: "Siz Osmanlı torunusunuz. Osmanlı yıkılınca ancak kurulabilen bu sistem, nasıl olur da selefi olan sistemin ilk adımını ihtişamlı bir şekilde filme çeker?"
Paramız olmadığı için de kendimi çekemiyoruz. O halde bir süre daha hayal olarak kalacak demektir bu proje...
İyi ama nereye kadar? Bu ülkenin hiç mi bu yola sarf edecek parası yok? Birkaç tane Müslüman çıkıp bu taşın altına elini sokamaz mı? Kaynak sorunu bir tarafa, bu yola baş koyabilecek kaç sinema sevdalısı var? "Yok mu benimle bu işe ilk adımı atacak" diye seslensem, kaç el kalkar? Yok mu bize yol gösterecek büyüklerimiz? Elimizden tutmasalar da, gölgelerini yolumuzdan çekecek vicdan sahipleri de mi yok?
Yoksa telaffuz şeklimden mi çekiniyorsunuz?
"Cihat sineması" ya da "sinema cihadı"; çok mu itici geldi?
O zaman önce buradan başlayacağız. Soruyorum; "cihat sineması" mı, "sinema cihadı" mı?
Abdülhamit Güler-Milli Gazete
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.