Kürt edebiyatçılar Türk Edebiyatı'nda yer almalı mı?
Prof. Dr. Nâmık Açıkgöz
Aslında mesele sadece edebiyat tarihinde değil; siyasi tarih alanı da problemlidir. Daha düne kadar Türkiye’de okutulan tarih kitapları, sadece Kayı boyu tarihini anlatırdı. Gençler, değil uzaktaki Türk topluluklarından, yakın coğrafyadaki diğer Oğuz boylarından bile bî-haber yetiştirilirlerdi. Edebiyat tarihinde de durum farksızdır. Oğuz boyundan ve kapı komşumuz olan Azerilerin edebiyatına dâir bilgilerimiz, şahsî gayretlerle zenginleşmiştir.
“Demek ki biz daha doğru dürüst genel Türk Edebiyatı Tarihi oluşturup kamu oyuna mâl etmemişiz, nerde kaldı Kürtlerin edebiyatı?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim.
Haklısınız; yerden göğe kadar haklısınız… Ama büyüteç bu günlerde Kürt kimliği ve tabii ki Kürt Edebiyatına dâir olduğu için, biz de büyüteci bu konu üzerine koyduk.
Kürt edebiyatı söz konusu olduğunda, üzerinde en fazla durulan eser olan Mem u Zin konusunda birkaç ilmî yazı yayımlamış bir akademisyen olarak Kürt edebiyatı konusunda söz edebilecek biriyim.
Türk edebiyatı tarihi, sadece Türkçe ile açıklanamayacak kadar geniş bir dil skalasına sahiptir. Çünkü bu coğrafya, Gazneliler’den itibaren Türk nüfusu ve nufuzunun yoğun olarak hissedildiği bir “imperyal coğrafya”dır. Bu coğrafyada Türk de vardır, Arap da vardır, Fars da vardır, Kürt de… Dolayısıyla bu coğrafyada Türkçe de, Arapça da, Farsça da vardır; Farsça’nın bir ağzı olan Kürtçe de…
Belli başlı edebiyat tarihi kitaplarına bakınız… Oralarda Türkçe ile edebî eser veren bazı şâirlerin, aynı zamanda Arapça ve Farsça eserler de yazdıkları kayıtları vardır. Pek çok Fars ve Arap şâiri, Türk edebiyatı ile ilişkilendirilerek, Türk edebiyat tarihlerinde yer alır. Hele Fars edebiyatı… Neredeyse tüm Fars şairleri, Türk edebiyat tarihinin ayrılmaz bir parçası hâline gelmiştir ve bu son derece normaldir. Çünkü en fazla alış-veriş Fars edebiyatıyla olmuştur.
Demem şu: Türk edebiyatı tarihlerinde, Arap ve Fars edebî şahsiyetleri ve eserlerine yer verilirken, Kürt şâirlere niye yer verilmesin?
Şiirlerini Farsça ve Kürtçe yazan Baba Tahir (1000-1060), bir Mevlid yazan Molla Ahmed (15. yy); meşhur şâir Ali Hariri (15.yy); Türk, Fars ve Arap edebiyatlarında da çok işlenen Şeyh San’an hikâyesini de yazan Fakih-i Tayran ( 1590-1660); gene ortak konu olarak ele alınan Yusuf u Züleyha mesnevisi yazan Salim Selman (16.yy); Türkçe bir eserinin yanı sıra birçok Kürtçe eser yazan ve Mem u Zin adlı orijinal bir eser yazarak mesnevi geleneğinin bir örneğini veren Ahmed-i Hani ( 1651-1707), Kürtçe Divanı bulunan Molla Cezerî ( 1570-1640) gibi şâirler Türk edebiyatı tarihlerinde yer alsa kıyamet mi kopar?
Yukarıdaki şâirlerden başka, Molla Perişan (Ö.1395), Mustafa Bisaranî (1642-1701), İsmail-i Bayezidî (1654-1710), Muhammed Kandulavî (17.yy), Han-ı Kubadî ( 1700-1759), Serheng Elmas Han (18. yy), Mirza Şâfi (18.yy.) Şeyda Evramî (1784-1852), Ahmed Beğ Kumasi (18. yy) M. Z. Gamnâkî (18.yy başı), M. Veli Kirmanşâhî (18.yy) Mah Şeref Hatun-ı Kâdirî (19.yy), Abdürrahim Mevlevi (1806-1881) gibi irili-ufaklı şâirlerin Bâkî ile Nedim ile Şeyh Gâlip ile Keçecizâde İzzet Molla ile aynı sayfalarda yer alması, bize ne kaybettirir? Dediğim gibi, Arapça ve Farsça eserler yazan şairlerin arasında, taş çatlasa 20’yi geçmeyecek olan Kürtçe yazan şairlerin de yer alması, edebiyat tarihimize halel mi getirir?
Bence kıyamet de kopmaz, bize bir şey kaybettirmez, halel de getirmez…
Bu millet yüz yıllardır, bu dillerle eser verilmesine müsamaha edecek kadar âlî-cenaptır. Bu şâirlerin divanlarında ve mesnevilerinde işledikleri konular ortaktır; kelimeleri ortaktır; imge dünyaları ortaktır; tür ve şekiller bile ortaktır. Bu şâirlerin sevgilileri, sevilenleri, rakipleri, göndergeleri, aşkları, kıskançlıkları, nefretleri, fedâkârlıkları, vefâları; kısacası, duyguları ortaktır; sadece dilleri farklıdır. Önemli olan dil farklılığı değil, duygu ortaklığıdır; duygudaşlıktır.
Bir çift sözüm de Kürt kardeşlerime: Kusura bakmayın, “Kürt edebiyatı” diye söze başladığınız zaman, Molla Cezeri, Fakih-i Tayran ve Ahmed-i Hani’den başka isim sayamıyorsunuz.
Meselâ,
“Kafam bir top, gelen bir kez vurur be!..
Elim neye atsam birden kurur be!...
Eğer alçaklarınsa bu kahpe dünya
Gider Tâhir bir özge yer bulur be!...”
rübaisini Farsça söyleyen Baba Tahir’den sanırım haberiniz bile yoktur.
Meselâ Molla Cezerî’nin şiirlerindeki imge kurgulamasının, orta seviyedeki bir Türk şâirini bile aşamadığını bilmiyorsunuz.
Meselâ Ahmed-i Hani’nin Mem u Zin’ine ideolojik anlamlar yükleyip edebî değerini görmezden geliyorsunuz.
Türk edebiyatı, Orta ve Yakın Doğu’nun en kapsayıcı edebiyatıdır ve tarih boyunca komşu edebiyatları beslemiş ve o edebiyatlardan beslenen imperyal bir edebiyat seviyesinde seyretmiştir. Tabii son 85 yıl hâriç.
Edebiyat, müzik gibi bir duygudaşlıktır. Her iki taraf da bu duygudaşlığı merkeze alarak birbirlerine el uzatmalı, kitap uzatmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.