Misak 20. yılına girdi!

Misak 20. yılına girdi!
"İslami eğitim açısından bir mektep" olarak tanınan Misak dergisi, 20. hizmet yılına başladı... Dergi'nin 20. yılı dolayısıyla yayın heyeti tarafından kaleme alınan yazı şöyle: 

Dergimiz 20. yılına girdi!..

KUR’AN-I KERİM’de gece ve gündüzün sürelerinin Allah (cc) tarafından düzenlendiği ve bir yılın oniki ay olduğu haber verilmiştir. Güneşin ve ayın hareketlerine göre tesbit edilen vakitler, ibadetlerin edâsı için vesile kılınmıştır. Namaz’ın, orucun, zektâtın ve haccın edâsında, zamanın (vaktin) önemli bir veri vardır. Zamanı Allah’ın rızasına uygun olarak değerlendiren her mükellefin, imtihanı kazanması mümkündür. İslâmi eğitim açısından bir mektep olan mecmuamız, bu sayısıyla yirminci hizmet yılına başlamıştır. Bizi buna muvaffak eden Allahû Teâlâ’ya (cc) hamd-ü senâ ederiz. Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi mecmuamız; cezaevlerinde bulunan ve mecmuamızı takip etmek isteyen mazlumlara ücretsiz olarak gönderilecektir. 

Türkiye’de olağanüstü bir şekilde değişen siyasi gündemin ortaya çıkardığı tartışmaları bir tarafa bırakmak, belli konularda yoğunlaşmak, hayati meseleleri düşünmek ve ciddi araştırmalar yapmak kolay değildir. Siyasi tartışmaların insanların zihinlerini allak-bullak ettiğini söylemek mümkündür.. Bu manzara, bulanık suda balık avlamaya alışmış olan ‘derin devletin’ işine yaramaktadır. Derin devlet hadisesi, liberal felsefesinin zaruri sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bilindiği gibi liberalizm; önce iktisadi, sonra siyasi bir model olarak bütün dünyayı etkisi altına alan bir ideolojidir. Bu ideolojiye göre; insanların zaruri ve vazgeçilmez haklarının başında “İktisadi Hürriyetler” gelir. Hareket noktası kişisel menfaatlerin korunması ve devletin fonksiyonunun asgari seviyeye indirilmesidir. Liberalizmin bu anlayışını Thomas Jefferson, “en iyi hükümet, en az hükümet edendir” sloganıyla ifade etmiştir. Böylece liberal-bekçi devlet, burjuva sınıfının menfaatlerini koruyan ve bunun için kuvvet kullanan resmi kurum olarak tasarlanmıştır. Bazı liberal filozoflar; bekçi devlet yerine “Hakem Devlet” terimini kullanmayı tercih etmektedirler. Liberal-Bekçi devlet teorisini esas alan rejimlerde; siyasi partilerin ve hükümetlerin, sermaye sahiplerinin ihtiraslarına teslim olmaları mümkündür. Zira siyasi partilerin; programları veya savundukları dünya görüşü sebebiyle değil, sermaye sınıfına sağlayacakları “avantalar” ve onlardan alacakları destekle iktidara gelmeleri mümkündür. Yirminci yüzyılda milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine vesile olan dünya savaşları; sadece devletlerin kendi aralarındaki sınırları belirlemelerini sağlamakla kalmamış, aynı zamanda devlet-vatandaş ve devlet-sivil toplum arasındaki münasebetlerin yeniden şekillenmesine sebeb olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nın galibi olan liberal demokratlar; resmi devletin otoritesine sınır koymakla kalmamış, sivil aktörlerin siyasi haklarını güvence altına almışlardır. Onbinlerce sivil toplum kuruluşu, gruplar, şirketler, bankalar ve vakıflar, kendi özerk alanlarını genişletmek için mücadele vermeye başlamışlardır. Devletin otoritesinin gerilediği her alanın liberal teorideki karşılığı, sivil toplum örgütleri’nin özgürlük alanlarının genişlemesidir. Bazı egemenlik haklarından feragat etmek zorunda kalan modern-ulus devletler, ulusal güvenlik kaygısıyla, “Derin Devlet” kavramıyla ifade edilen gizli organizasyonlara ihtiyaç duymuştur. Zaman içerisinde derin devlet, resmi devlet tarafından yapılması mümkün olmayan her cürmü işlemeye başlamıştır.

Yaşanan hadiselerin sebebleri ve vesilelerini dikkate almayan, sadece neticelerini tahlil etmeye çalışan cumhuriyet aydınları, son yıllarda bunalıma düşmüşlerdir Siyasi literatürde ‘Cumhuriyet’ kavramı, egemenlik hakkını seçmen vasfına haiz olan vatandaşlara tahsis eden siyasi rejimleri ifade için kullanılan bir kavramdır. Cumhuriyeti esas alan demokratik rejimlerde, vatandaşların ‘seçme’ ve ‘seçilme’ hakları vardır. Ancak adalete riayet edilmediği müddetçe, seçme ve seçilme hakkının fazla bir önemi yoktur. Hatta seçme ve seçilme hakkının ‘devletin resmi ideolojisini tasdik etme’ mecburiyetine dönüştürülmesi de mümkündür. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi!.. Son yıllarda bütün dünyada, insan hakları ve hukuk devleti gibi kavramlarının ön plâna çıktığı malûmdur. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’ne göre; kavmi, rengi, dili ve dini ne olursa olsun bütün insanlar kanun önünde birbirine eşittirler. Kanun önündeki eşitliğin sağlanması, insanların umumi ve hususi haklarının muhafazası için önemli bir unsurdur, fakat yeterli değildir. Çünkü kuvvet kullanma imtiyazına sahip olan devlet adamlarının, insanların haklarına aykırı olan hükümleri “kanun” haline getirmeleri ve vatandaşlarına dayatmaları mümkündür. Zalim politikada; ideolojik manada şüpheler, hakkı inkâr, insan haklarını tahrip ve iktisadi hayatı zaafa uğratmak için işlenen çirkin fiiller ön plândadır. Bunun zaruri sonucu şudur: Zaman içerisinde farklı inançlara ve dünya görüşlerine sahip olan insanlar, birbirlerinin kurdu haline gelebilirler.

Adaletin mülkün (devletin-iktidarın) temeli olduğuna inanan müslümanların, insanlara iyilikleri emretmek ve onları kötülüklerden alıkoymak için, bütün imkanlarını seferber etmeleri gerekir. Anın vacibi budur. Allah’a emanet olunuz.

MİSAK YAYIN HEYETİ

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.