AB, Türk çiftçisi üretmesin istiyor!
Vakit’in sorularını cevaplandıran Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker, AB’nin Türkiye’ye bakış açısını gözler önüne serdi. AB’nin çiftçiye üretim desteği vermek yerine cebine para koyulmasını istediğine dikkat çeken Bakar Eker, rekabet eden bir Türk çiftçisinin AB’yi rahatsız ettiğini belirtti. Türkiye’de tarım alanların miras yoluyla küçülmesinin, enerji ve girdi fiyatlarındaki artışın tarım üretimini olumsuz etkilediğini anlatan Bakar Eker, buna rağmen alınan tedbirlerle Türkiye’nin sebze-meyve üretimini yüzde 25 artırdığını açıkladı. Tohum üretimi yapacak yatırımcılara yönelik kanun çıkartılarak önlerinin açıldığını, küçük ve orta boy tarım işletmelirinin üretim kabiliyetlerinin artırılması için gereken desteklerin verildiğini belirten Eker’le Türk tarımındaki sorunları ve gelişmeleri konuştuk.
- Avrupa Birliği’nin tarım alanındaki talepleri ile Türkiye’nin gerçekleri arasında bir uyuşmazlık görüyor musunuz?
- Onların bulunduğu nokta ile bizim bulunduğumuz nokta farklı. Onların tarım sektöründen bekledikleri ile bizim beklediklerimiz, onların dünya tarımsal ticaretinden beklentileri ile bizim beklentilerimiz farklı. Onlar vaktiyle üretimi aşırı derecede sübvanse ettiler. Bir ölçek ekonomisi, verimliliği yakaladılar, belli bir noktaya geldiler. Şimdi bize diyorlar ki; “Üretim desteği vermeyin.” Hâlbuki biz dediğim gibi, çok düşük bir verimlilik düzeyi ile çalışıyoruz. Neden? Ölçek ekonomisi yok bizde. Nedir ölçek ekonomi? Şu demektir; Cumhuriyet döneminde Medeni Kanun ile birlikte bizim arazi yapımız, yani topraklarımız miras yoluyla parçalanmaya başladı. Avrupa’da bu yok. Osmanlı’da da bu yok. Osmanlı’nın bir sistemi vardı. Özel olarak tarım arazileri muhafaza ediliyordu. Yani el değiştirse bile bütün olarak değişiyordu, babadan oğla parçalanma yok, bölünme yok. Türkiye’de 1926’dan bu yana tarım arazileri miras yoluyla küçüle küçüle, bugün ortalama işletme büyüklüğü 6 hektardır. Yani 60 dönüm.
TARIM ALANLARI KÜÇÜLDÜ
- Küçülme durdu mu?
- Durdu. Hatta 5,5 falandı. Şimdi artık 6 hektara çıktı. Avrupa’da ortalama ne kadar, 17-17,5 hektar. Şimdi bu ölçek ekonomisine en büyük engeldir. Verimliliği olumsuz etkileyen en önemli sebeplerden bir tanesi budur. 10 dönüm araziniz varsa, siz bunun için traktör alacaksınız. Bunun için traktör alırsanız, onu 10 sene ödeyemezsiniz. Ne yapacaksınız ya, gidip bir yerden traktör kiralayacaksınız, onun için de başka imkânlar olması lazım. Ya da bunu karasabanla yapacaksınız, olacak bir şey değil. Şimdi vatandaş gidiyor, 50 dekarı olan da traktör alıyor, 1000 dekarı olan da traktör alıyor. Dolayısıyla atıl bir ekipman oluşuyor, bir israf oluşuyor. Sonuçta bu ekonomik olarak bir zarardır. Sonra vatandaş “Benim şuraya biraz borcum var, buraya borcum var. Ben bu ürünü işte buna satıyorum. Ben iflas ettim, yaşayamıyorum” diyor. Bu ölçek ekonomisi. Avrupalı için böyle değil. Avrupa’da çalışan 100 kişiden 5 tanesi tarımda çalışıyor. Ama o 5 kişinin ürettiği ürün o insanları doyuruyor, artı para kazanıyor, artı dünyaya mal satıyor. Bizde ise 100 kişinin 26 tanesi tarımda çalışıyor, biz OECD’nin hesabına göre 17-18 milyar lira tarıma toplam destek veriyoruz, nakit ve diğer destekler toplamı. OECD’nin hesabına göre Türkiye milli gelirinin yüzde 2,76’sını destek olarak veriyor. Fakat bunun 5 milyarı nakittir, diğerleri dolaylı desteklerdir. Ama yüksek maliyetler sebebiyle, düşük verimlilik sebebi ile çiftçimiz memnun değil, mutlu değil.
“AB VE IMF, ÇİFTÇİYE ÜRETİM DESTEĞİ VERMEMİZİ İSTEMİYOR”
- Avrupa ortalaması?
- AB bütçesinin yüzde 60-70’i tarımdır. O da 50 milyar avro civarındadır. AB ‘Niye çiftçiye para veriyorsun?’ demiyor. Şunu söylüyor; diyor ki, “Vereceğiniz desteğin üretim ile bir ilişkisi olmasın. Yani üretimi arttırıcı bir destek verme” diyor, o şekilde verme. Mesela nedir üretimi artırıcı destek? Sen tarlaya gübre çok verirsen verimin artar, üretimin artar. Diyor ki; “Gübre desteği verme. Üretim ile ilişkili desteğin oranı, toplam desteğin yüzde 10’unu geçemez. Adama açıktan para ver.” Hani bizde vardı ya doğrudan gelir desteği, tarla parası. İşte o tarla parası Avrupalı’nın, AB’nin ve IMF’nin önerisi. “Sen” diyor “Üretimi artırma, sen çok verimlikle uğraşma, senin çiftçin fakirse ona para ver, gitsin kendine buzdolabı alsın” diyor. “Sen istediğin kadar çiftçiye açıktan para ver” diyor. Biz kaldırdık ya doğrudan gelir desteğini, bizden önceki hükümet; DSP, MHP, ANAP hükümeti 2000 yılında doğrudan gelir desteği başlattı. Bütün diğer destekleri kaldırdılar, hepsini kaldırdılar bir tane destek verdiler, tarla parası, dönüm başına o günün parasıyla 10 milyon lira veriyorlardı. İlk yıllarda eksin ekmesin kaydını yapan parasını alıyordu. Biz bunu kaldırdık. 21 tane yeni destek getirdik.
“VERİMLİLİĞİ DESTEKLİYORUZ’
Doğrudan gelir desteğini kaldırdık, bütün destekleri verimlikle, üretimle ilişkilendirdik, onun için bizim dönemimizde Türkiye’de tarım sektörü aynı alandan, aynı hayvandan daha az insanla daha çok ürün elde eder oldu. İşte başarımız bu. Yani kimselerin bilmediği, farkında olmadığı başarı bu. Ne demek bu, şu demek; 2002 yılında Türkiye’nin gayri safi tarımsal üretim değeri 21.8 milyar dolardı. Yani Türkiye 27 milyar hektar tarım arazisi, 12 milyon sığır, 25 milyon koyun, 7 milyon keçi; ondan sonra çalışan yüz kişiden 35-36 kişinin emeği. Bütün bunlar ne ürettiyse hepsinin karşılığı 21.8 milyar dolardı 2002’de. 2007’de ne oldu? 2002’de çalışan yüz kişinin 36’sı değil yüzde 27’si tarımda çalışıyor, tarım alanı aynı, büyümedi; Türkiye yeni tarım alanları kazanmadı; büyük hayvan sürüleri olmadı; aynı alandan, aynı hayvandan daha az insanla Türkiye 50 milyar dolarlık tarımsal gayri safi üretim değeri elde etti. Bu bir verimlilik artışıdır. Aynı alandan, aynı hayvandan daha çok verim almak. Türkiye 8 milyon ton üretiyordu. Bugün 12.3 milyon ton süt üretiyor aynı hayvandan.
“TARIM KESİMİ TALEP ESNEKLİĞİ DÜŞÜK OLDUĞU İÇİN MUTSUZ”
- Peki, neden tarım kesimi mutsuz?
- Şundan dolayı mutsuz. Birincisi hayat standardı devamlı yükseliyor. İkincisi insanların tüketim kalıplarında, beslenme alışkanlıklarında değişiklik var. Kişi başına düşen milli gelir artış gösterdi ama bu artış tarım sektörüne önemli miktarda yansımadı.
Dünyanın her yerinde tarımda çalışanların gelirleri diğer sektörlerde çalışanların gelirlerinden daha düşüktür. Bir kilo baklavalık buğdayın değerini-fiyatını düşünün, bir de bir kilo baklavanın değerini-fiyatını düşünün. İnsanlar sonuç itibariyle hangi hayat tarzında yaşarsa yaşasınlar gıda, değeri eksilmeyen ve artmayan bir sektördür. İşte tarımı diğer sektörlere karşı avantajlı ve dezavantajlı kılan budur. Tarım ürünlerinin talep esnekliğinin düşüklüğü nedeniyle üreticilerin geliri çok yükselmez. İşte tarımın desteklenmesini zorunlu kılan bu durumdur. Çünkü o zahmetle, o az katma değerle o ürünü üretmeye talip olmak demek mutlaka bir fedakârlık demektir. O fedakârlık karşısında da parası olan devletler bir destek verir ki, bu desteğin amacı da bu üretimi devam ettirmektir. Bu dünyanın her yerinde böyledir.
“TARIMDAKİ GİRDİLER ENERJİ PİYASASI İLE ALAKALI”
- Avrupa Birliği ülkelerinde mesela, bu kadar büyük uçurum yok
- Mesela diyelim ki Avrupa Birliği’nin gelir ortalaması fert başına 30 bin avrodur. Tarım kesiminin de orada fert başına gelir ortalaması 10 bin avrodur.
Türkiye’nin kişi başı geliri ortalaması 2500 dolardan 10 bin dolara çıktı, ama tarımda onun kadar artmadı. Bir de konjoktürel bir gelişme yaşandı. Tarımdaki girdiler enerji piyasasıyla ilişkili. Mesela gübre büyük ölçüde doğalgazla ilişkili. Mazot petrolle ilişkili.
Dünyada petrol, suni gübre fiyatı arttıkça bunların fiyatı da artıyor çünkü biz bunları ithal ediyoruz. Buna ileri teknoloji ve sermaye gerektiren tohumculuk da dahil.
“TARIM ÜRETİMİNİ % 25 ARTIRDIK”
Biz iktidara geldiğimizde Türkiye ihtiyacı olan hibrit sebze tohumluğunun ancak yüzde 10’unu kendi karşılayabiliyordu. Yüzde 90’ı ithal ediyordu. Bugün Türkiye büyüdü, çok büyüdü. Mesela 30 milyon ton sebze üretirken şimdi 40 milyon ton sebze-meyve üretiyor. Yüzde 25 üretimini artırdı. Sebze tohumunun da şu an yüzde 25’ini karşılıyor. Bu çok büyük bir artış oranıdır.
Sebze tohumu üretimi, dört tane unsur gerektirir. 1- Yüksek bilgi ve teknoloji. Ama yüksek. Herkesin bilebileceği bir şey değil. 2- Büyük para gerektiriyor. 3- Zaman gerektiriyor. Paranız da çok olsa, bilginiz de çok olsa, akşamdan sabaha, bir ay içerisinde, iki ay içerisinde sebze tohumu üretemezsiniz. Onu geliştiremezsiniz. 3 yıl, 4 yıl, 5 yıl üzerinde çalışmanız gerekiyor. Biz bunun önünü açacak bir kanun çıkarttık.
“TARIM BÜTÇESİ HER YIL ARTIYOR”
- Çiftçiye destekte bu yıl kısıntıya gittiniz... Bunun olumsuz yansılamaları olacak...
- Bizim bu dünya ekonomik krizi ve problemle ilgili olarak üç şeyle ilgili bazı kalemlerde kısıntıya gitmemiz gerekiyordu. Dolayısıyla bazı harcamalarda ve bu arada tarımsal destekleme bütçesinden de yaklaşık 500 milyon, yani başlangıç ödeneğine nispetle, ki biz 5.5 milyar planlamıştık. 5 milyar 27 milyon olarak kanun Meclis’te zaten. Bir önergeyle genel kurulda değiştirildi. Ama şunu ifade etmem lazım. 2002’den bu yana hiçbir yıl tarım destekleme bütçesi, başlangıçta çıkan ödeneğiyle aynı olmamıştır. Hep arttı. Bu bazen 1 milyar TL ilave oldu, bazen 500 milyon ilave oldu, bazen 300 milyon oldu, bazen 1 milyardan biraz fazla oldu. Mesela 2008 yılında hiç hesapta yokken, bütçede hiç yokken 535 milyon lira kuraklık ek ödemesi yaptık.
“AMACIMIZ TARIM İŞLETMELERİNİN ÜRETİM KABİLİYETİNİ ARTIRMAK”
Biz üreticilere, üretim yapanlara, verimli üretim yaptığı, kaliteli üretim yaptığı, ileri teknoloji kullandığı sürece elimizdeki imkânı belirli projeler altında destek olarak veriyoruz. Bizim verdiğimiz destekler küçük ve orta ölçekli. Mesela 500 dekarın üzerinde arazi sulamasına destek vermiyoruz. Amacımız Türkiye’de üretim yapan küçük ve orta boy işletmelerin üretim kabiliyetini artırmak, rekabet gücünü artırmak, onlara bir şekilde destek vermek. Hem gelir düzeyleri, hem refah seviyeleri artsın, üretim yapmaya devam etsinler. Büyük iş adamlarına verilen başka destekler var zaten.
Bizim bu verdiğimiz 5 milyar destek, bunlar daha çok üretimle ilgili destekler. Gübre parası veriyoruz, mazot parası veriyoruz. Sertifikalı tohum kullanılırsa destek veriyoruz, hayvanları hastalıksız olarak üretime sokuyorsa onun için destek veriyoruz, aşı yaparsa destek veriyoruz, suni tohumlama yaparsa destek veriyoruz, sigorta yaparsa destek veriyoruz.
“TOHUMCULUĞUN PATENT KANUNUNU DA BİZ ÇIKARDIK”
Türkiye’ye en büyük kötülük, tohum alanında 1984 yılında, tohum ticareti libere edilirken aynı tarihte Türkiye’de tohum üretimini mümkün kılacak, yasal düzenlemenin yapılmaması. Türkiye tam 20 yıl kaybetti. 2004 yılında bir kanun çıkardık. Bitki Islahçı Hakları Kanununu çıkardık. Yani tohumculuğun patent kanunudur bu. Bu kanun olmadığı sürece dört şarta bağlı olarak ürettiğiniz bir tohum, sizin olmayacak. Yani o kişinin, o firmanın, şahsın, bilim adamının, sanayicini, yatırımcının olmayacak. Siz bir iş adamı olsanız. Yüksek para kullandınız, ileri teknoloji kullandınız, 4-5 yıl zaman harcadınız, ondan sonra elde edeceğiniz ürün sizin olmayacaksa, siz bundan para kazanmayacaksanız, bunu üretir misiniz?
Biz 2004’te “Bitki Islahçı Hakları Kanunu”nu çıkardık. Dedik ki eğer Türkiye’de üreten olursa, bu patent ona ait olacak. Türk bilim adamı, Türk iş adamı, müteşebbisi, yatırımcısı vs. ve Türkiye’de başta biz Tarım Bakanlığı elemanları ve enstitüler olmak üzere Türkiye’de özel sektörle ve üniversitelerle işbirliği yaptık.
Bir tohumculuk geliştirme projesi hayata geçirdik ve bugün bunların neticelerini aldık. İşte bu %10’dan %25’e çıkarma bu şekilde oldu. Çalışmalar şu anda sürüyor.
2012 yılında Türkiye, ihtiyacının % 50 ila % 60’ını Türkiye’de üretecektir. Ondan sonra yavaş yavaş bu üst düzeye çıkacak ama şu an itibarı ile dediğim gibi biz % 25’e çıkardık. Gerisi, dünyanın değişik ülkelerinden, değişik firmalar tarafından, özel sektör tarafından bunlar ithal ediliyor. Ama biz sebze meyve üretimimizi 30 milyon tondan 40 milyon tona çıkardık.
SERDAR ARSEVEN-YENER DÖNMEZ-VAKİT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.