Başörtülü doktor adayının yürek burkan hikâyesi

Başörtülü doktor adayının yürek burkan hikâyesi
Hedefi her zaman birincilik olan Hale, gece gündüz demeden çalışmasının karşılığını hayallerini süsleyen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini kazanarak aldı. Doktor olduğunda önce annesine bir çamaşır makinesi

Eğitim-Bir-Sen tarafından düzenlenen, ‘Ödenmiş Bedeller Unutulmasın’ anı yarışmasının birincisi, Elazığ Bilim ve Sanat Merkezi’nde rehber öğretmenliği yapan Dr. Esra Gülmez’in, ‘Hayallerin Ardından Bakmak’ isimli anı oldu. Dinleyenlerin gözyaşlarını tutamadığı anı, 12 Eylül döneminde başörtüsü yüzünden doktorluk hayalinden uzaklaştırılan Hale’nin, darbeciler yüzünden o dönem yaşadığı zorlukları ve şimdi çektiği geçim sıkıntılarını anlatıyor.

HAYALİ DOKTOR OLMAKTI

Hedefi her zaman birincilik olan Hale, gece gündüz demeden çalışmasının karşılığını hayallerini süsleyen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini kazanarak aldı. Doktor olduğunda önce annesine bir çamaşır makinesi alacak ve onu elde çamaşır yıkama derdinden kurtaracaktı. Babasına ise en iyisinden bir takım elbise. Adamcağız onları okutma derdinden yıllardır kendine doğru dürüst hiçbir şey alamamıştı. İçinde her gün yenisi eklenen hayalleriyle Ankara’nın yolunu tuttu.

KÖŞE BAŞINA NÖBETÇİLER DİKİLDİ 

Başörtüsü zulmünün kalesi olan Hacettepe Üniversitesi’nde 12 Eylül’ün ardından, Hale için kara günler başlamıştı. Başı kapalı hiç kimse derslere girmemeliydi. Başı kapalı girenler özellikle sözlü ve bazen de fiili tacize uğruyor, hemen sınıftan çıkarılıyorlardı. Onları yakalamak için her köşe başına nöbetçiler dikilmişti. Okul binasına girmeden yakalanmaları için bütün önlemler alınmıştı. Çaresiz bazıları başlarını açtılar, bazıları peruk taktılar, bazıları ise direnişe devam ettiler. O da direnenlerdendi.

BİR HAFTA HAPİS HAYATI YAŞADI

Başörtüsü yüzünden yurda giremeyen Hale, yurdun kapısında saatlerce soğukta titreyerek bekledi. Bir fırsatını bulup, içeri daldı. Bu defa da dışarı çıkması sorun oldu. Zaten içinden de gelmiyordu. Gözü korkmuştu. Her an birisi başörtüsüne saldıracak endişesiyle yaşamak zihnini allak bullak etmişti. Bir hafta yurtta hapis hayatı yaşadı. Gündüz odaların boşaltılması gereken saatte kütüphaneye saklanıyor, bulduğu kuytu köşelerde gün boyu uyukluyordu. Akşam gelen kızlar yiyecek bir şeyler getirmişse yiyor, getirmemişlerse yarı aç yarı tok günlerini geçirdi.

SINAVA VE DERSLERE ALINMADILAR

Zira fakültede sınavlara alınmamaları yönünde karar alınmıştı. Arkadaşları ile defalarca fakülteye gittiler ve kapıdan kovuldular. Üniversitenin baskısına, çoğunun aile baskısı da eklenmişti. O, tüm bunlara rağmen başını açmayı asla aklından bile geçirmiyordu. Bir gün anatomi dersi vardı. Arkadaşları ile hep birlikte şartları zorlayarak gittiler. Peruğunu taktı. Dersin görüleceği laboratuvara girmeden pardösülerini dışarıda çıkarıp, önlüklerini giydiler. Ders boyunca orada oldukları halde daha önceden olduğu gibi kadavranın  yanına yaklaştırılmadan dersten çıktılar. Pardösülerine ellerini uzattıklarında şaşkınlıktan dona kaldılar. Kırmızı kalın uçlu bir kalemle Feride’nin pardösüsü baştan aşağı çizilip karalanmıştı. Zaten hassas olan yüreği bu durum karşısında ağır bir darbe daha almıştı. Yıllardır hep gözünün ucunda olan gözyaşları bir kere daha bendini yıkmış, çağlayanlar gibi taşmış gidiyordu. Bu durum onun başına gelse kaldıramayacak kadar yıprandığını anlamıştı o an...

HAYALLERİNİ BIRAKIP EVİNE DÖNDÜ

Hale yurda gidip hemen eşyalarını topladı. Arkadaşlarının sesleri kulaklarında uğulduyordu. Okumak, doktor olmak, ilk maaşıyla annesine çamaşır makinesi, babasına en güzelinden bir takım elbise almak, güzel bir geleceğe, rahatça büyütüp, özel okullarda okutacağı çocuklara sahip olmak, hepsi bir çırpıda yok olmuştu, elinden alınmıştı, hayalleri çalınmıştı. Üstelik fırtınalı bir ruh haliyle elinde valizi otobüse giderken, yolda rastladığı iki kadının önce onu birbirlerine gösterip ardından üstüne yürümeleri ile dönüş kararı bir kez daha kesinleşti. Her şeyi bıraktı ve ardına bakmadan evine döndü.

BİÇKİ-DİKİŞ KURSUNA YAZILDI

Uzun bir süre evinde üzüntü içinde yaşayan Hale, sonunda biçki-dikiş kursuna yazıldı. Ne hazindi. Doktor olacaktı, beyaz önlüğünü giyip, masum bebeklere, çocuklara bakacaktı. Hayallerinde dikiş dikmek yoktu. O, her şeyin en iyisini alacaktı veya diktirecekti. Oysa şimdi kendisi başkalarına giysiler dikecekti. Kalem tutan elleri iğne tutar olmuştu. Halbuki o, iğneyi hastalarını iyileştirmek için eline alacaktı. Oysa... Bu düşünceleri de aklından uzaklaştırdı. Kısa sürede dikiş dikmeyi öğrendi. Annesinin eski makinesiyle artık herkese bir şeyler dikebiliyordu.

EVLENMİŞTİ, GEÇİM SIKINTISI YAŞIYORDU

Hale, lise mezunu, maddi durumu çok da kötü olmayan yetim gencin evlilik teklifini kabul etti. Her şey çok güzel olacak şeklindeki umutları eşinin işini kaybetmesi ve ardından borçlar yüzünden yaşanan sıkıntılarla bir kez daha soldu. Bu arada çocukları olmuş, evin ihtiyaçları artmıştı. Çaresiz tek altın bileziğim dediği, makinesini kullanmaktan başka çaresi kalmamıştı. Artık evin içini neredeyse tüm gün annesinin kendisine verdiği yaşlı makinenin sesi dolduruyordu. İnanılmaz derecede çalıştığı halde borçluların zaman zaman icra için eve gelmelerinin önüne yine de geçemiyordu. Evlendikleri zaman aldıkları eşyalar neredeyse yarı yarıya azalmıştı. Eşi kötü bir insan olmamakla birlikte, ekonomik sıkıntılardan dolayı bozulan sinirlerinin acısını arada bir de olsa ondan çıkarıyordu.YILLAR SONRA, DOKTOR OLAN ARKADAŞLARI ÇIKAGELDİ

Hale ve arkadaşları birbirlerini görmeyeli yirmi yılı çoktan geçmişti. O kadar çok şey vardı ki anlatacak... Hepsi evlenmiş çoluk çocuğa karışmıştı. Üçü de mesleklerinin zirvesindeydi. Onlar bu konuya girmek istemiyor ama ev sahibi sorunca da kaçamak cevaplar veriyorlardı. Sema ile Dilek çocuk doktoru olarak yani onun hayallerini süsleyen branşta görev yaparken; Feride jinekolojiyi seçmişti.

ÇAY, EKMEK VE YUMURTADAN

BAŞKA BİR ŞEYİ YOKTU

Biraz da ezilerek, onları hem misafir hem de oturma odası olarak kullandıkları odaya aldı. Odada, döşemeleri yıpranmış ama tertemiz üç çekyat, köşede eski bir televizyon sehpası ve üstünde küçük bir televizyon vardı. Yerdeki soluk halı ile duvardaki saat ise odanın dekorunu tamamlayan diğer eşyalardı. Evde doğru düzgün misafirine çıkaracak bir şeyinin olmadığını biliyordu. Ancak bir- iki kaşık çay vardı. Birkaç zeytin ve bir yumurtadan başka bir şey yoktu. Kıvranıp duruyordu. Yıllar sonraki karşılaşma böyle mi olmalıydı. Dostlarına ne ikram edecekti. Çaydanlığı doldurup ocağın üstüne koydu. Ekmek kutusunda  biraz ekmek olduğunu hatırlayınca yumurtaya batırıp ekmek kızartması yaptı.

HALE, BAŞÖRTÜSÜNÜN BEDELİNİ HÂLÂ ÖDÜYOR

Hale, o ihtilal döneminde başörtüsü zulmüne uğrayan sayısız kızlardan sadece biri... “Bana bunları yaşatanlara karşı son derece kızgınım” diyecek kadar dürüst iken; “O dönemde onların bize nasıl davrandığı onların sınavıydı. Bu sınavı bizim nasıl karşılayıp, yorumlayıp, içselleştirdiğimiz ise bizim sınavımızdı” diyecek kadar da mütevazı ve olgun... “Benim, ailemin, hocalarımın emeklerini ve en önemlisi hayallerimi çaldılar” derken hıçkırıklara boğuluyordu. O başörtüsünün bedelini ödedi ve hâlâ ödemeye devam ediyor.

  MUHAMMET ERDOĞAN / AKİT

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.