Kemalist din eğitimi!
Kemalist din eğitimi!
Bu yazıma bizzat yaşadığım iki trajikomik olayı aktarmakla başlamak istiyorum;
İstanbul’da dersine girdiğim bir sınıfta “Hz. Muhammed ve aile hayatı” kapsamında öğrencilere bir soru yöneltmiştim; “Peygamberimizin babasının kim olduğunu biliyor muyuz?” şeklindeki soruya bir öğrenci: “Ali Rıza Efendi” diye cevap vermişti.
Yine, “Günümüzde Yaşayan Büyük Dinler” konusunu anlatırken, semavi dinerin peygamberlerini sorduğumda bir öğrenci, “Hıristiyanlığın peygamberi Hz. İsa, Musevilerin Hz. Musa, “bizim” peygamberimiz de Atatürk’tür” diye cevap vermişti.
Öğretmenler odasında arkadaşlarla bu olayı paylaşmak isterken, sorduğum sorulara öğrencilerin nasıl bir cevap vermiş olabileceklerini yönelttiğimde öğretmen arkadaşlar, “Ali Rıza Efendi ve Atatürk cevabını vermişlerdir diye tahmin ediyoruz” demişlerdi.
Bu cevaplar karşısında çok şaşırdığımı söyleyemem, zira Türk Eğitim İdeolojisinin geçirdiği evrelerde Kemalizm’in Türkiye’nin reel politik tarihi ile bu tarihin eğitim müfredatına nasıl yansıdığını göstermesi açısından da oldukça belirleyici örneklerdir.
Türkiye’de temel sorunlardan biri olan “zorunlu din dersi” uygulaması da aslında Kemalizm’e hizmet etmektedir. Zira 12 Eylül darbesiyle İslam dini, öz kaynanalarından ve temel değerlerinden uzak bir şekilde, devletin resmi ideolojisine uygun bir din anlayışı teşekkül etmek amacıyla Anayasal bir zorunluluk haline getirilmiştir. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinde bugün bile Atatürk’ün İslam ve din ile ilgili görüş ve yorumlarına laiklik bağlamında kapsamlı olarak yer verilmesi Kemalizm’in din/İslam üzerindeki hegemonyasının bitmediğini göstermektedir. Atatürk’ün din anlayışı da sosyo-politik çıkarlarına hizmet eden pragmatik bir felsefeden öteye geçmemektedir.
İSLAM YERİNE “KEMALİZM DİNİ”
Yaklaşık 85 yıl önce toplumun tüm kodlarına işlenen Kemalizm, 85 yıl geçse bile, birey ve toplumun bilinçaltına ne denli işlendiğinin tezahürlerini müşahede ediyoruz.
Türkiye’de din konusunun hemen hemen bütün tartışmalarda yer aldığı bilinen bir gerçektir. Dinin toplum nezdindeki belirleyiciliği, onu siyaset açısından üzerinde durulması gereken bir argüman haline getirmektedir.
Bu bağlamda toplumsal hayata bir “balans ayarı” çekme olarak ifade edilebilecek muhtıra ve darbe dönemlerindeki din politikaları önemli bir boyut olarak karşımızda durmaktadır.
İşte Kemalizm yeni kurulan Türkiye devletinin adeta resmi dini, Atatürk de bu devletin peygamberi olarak kabul edilmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin dine bakış açısını öğrenebilmek için önce, okullarda öğrencilere okutulan tarih kitaplarına, sosyoloji kitaplarına bakmak gerek. İstanbul’da 1931 yılında, Devlet Matbaası’nda bastırılan Orta Zamanlar Tarihi’nde İslamiyet ve Hz. Peygamber aleyhinde yazılanlar, din düşmanlarını bile utandıracak seviyesizliktedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin resmi ideolojisinde İslamiyet’in yeri yoktur. Çünkü “İslam birtakım zevata göre eskimiştir!”, “Hz. Muhammed nihayet bir çöl bedevisidir”, “İslâmiyet’in yerine yeni bir din koymak lazımdır ki, o da Kemalizm’dir.”
İMANIN ALTI ESASI YERİNE CHP’NİN ALTI OKU
Nitekim Edirne milletvekili Şeref Aykut’a göre Kemalizm dininin altı esası, altı oktan ibaretti: Bu dinin temel esasları da; “cumhuriyetçilik, milliyetçilik, inkılâpçılık, devletçilik, laiklik ve halkçılık prensiplerine dayanmalıydı.” Kemalizm’in, yeni bir din olarak propaganda edilmesinde Şeref Aykut gibi, yeni ulus yaratma konusunda sözüm ona birçok aydın/toplum mühendisi büyük bir gayret içindeydi. Ancak bu dinin peygamberi kim olmalıydı? Bu sorunun cevabını Behçet Kemal Çağlar’a göre; Mustafa Kemal Atatürk! Behçet Kemal, Süleyman Çelebi’nin Mevlidini Atatürk’e uydurmakta ve çıktığı Anadolu’da, halk kitlelerine Atatürk Mevlidi’ni okutmakta hiçbir sakınca görmemiştir:
ADINA MEVLİD OKUTULAN, PEYGAMBERLEŞTİRİLEN ATATÜRK
Ger dilersiz bulasız oddan necât
Mustafâ-yı bâ Kemâl’e essalât.
Ol Zübeyde, Mustafâ’nın ânesi
Ol sedeften doğdu ol dürdânesi!
Gün gelip oldu Rızâ’dan hâmile
Vakt erişti hafta ve eyyâm ile.
Geçti böyle, nice ay nice sene
Vakt erişti bin sekiz yüz seksene.
Merhaba ey baş halâskâr merhaba
Merhaba ey ulu serdâr merhaba!
Edip Ayel Atatürk’e: “Sen bizim yeni peygamberimizsin!” diye seslenmekte geciktiği için dövünmeye başladı. Behçet Kemal’i geride bırakacak bir atılım içinde olması gerekirdi. Bunu gerçekleştirebilmek için, Atatürk’e yeni dinî sıfatlarla secde etmesi lâzımdı. Edip Ayel, aruzun kalıplarıyla Türk edebiyatının en yalaka örneğini ortaya koydu:
VE TANRILAŞTIRILAN…
Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe
Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe.
Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun
Türk ırkının, en son, ulu peygamberi oldun.
Tutsak seni lâyık, yüce Tanrı’yla müsâvi
Toprak olamaz kalp doğabilmişse semâvî
Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses
İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!
Atatürk, yeni Kemalizm dininin tanrısı mı olmalıydı; peygamberi mi? Cumhuriyet devri şairlerinin bir büyük bölümü, Atatürk’e kıyamadılar. Onun üstünde de, altında da hiçbir gücün, hiçbir varlığın bulunmasına tahammül edemediler. Bu bakımdan, Atatürk’e hem tanrı, hem de peygamber diye seslenerek kendilerinden geçtiler. Behçet Kemal:
Kaç yıldır Türkçe’ydi Tanrı’nın dili
İnsana ne ilâh, ne de sevgili
Ne de ana-baba aratıyordu
Her an yaratıyor, yaratıyordu.
KEMALİZM’DEN ARINMIŞ BİR DİN EĞİTİMİ İÇİN
Tarihsel olgulardan da anladığımıza göre, din, insanın varlığına yaratıcı bir dayanak bulma ve yaşamına anlam verme arayışından doğmuştur.
Eğer yaşamın bir dinsel boyutu varsa; ve eğer insan, ilgileri ve bir şeye inanma açısından dindar olma kapasitesine sahipse, bu takdirde:
Yaşamın dinsel boyutu nedir?
Din nedir?
İnsanın yaşamında dinin işlevi nedir?
Din öğretimine gereksinim var mıdır?
Bu öğretiyi hangi kurum nasıl yapmalıdır?
Hepsinden öte, eğer yaşamın dinsel boyutu varsa bir Tanrıya gereksinim var mıdır? Gibi sorularla karşılaşmak kaçınılmaz olmaktadır.
En yaygın anlamıyla din eğitimi ise, kurumsallaştırılmış bir dinin inanç ve uygulamalarının öğretisidir.
Önce din öğretimi; evren-toplum-benlik gibi üç boyutu açısından yorum yapmayı gerektirir.
İkinci olarak eğitim ile dinin işlevi arasındaki farkın açık seçik anlaşılması gereklidir.
DEVLET OKULLARINDA DİN EĞİTİMİNİN GEREKÇELERİ
Din, insanı kendi varlığının kaynaklarına bağlayan bir öğe olarak ve insan yaşamının bir boyutu olarak incelenmeyi gerektirir.
Böyle bir inceleme dinsel olan ve olmayan kavramlarla ilgili bir anlayış geliştirebilir; akıllıca kişisel tercihler yapabilmek için seçenekler sağlar,
Bir eğitim sisteminin kalite ve verimliliği, onun karmaşık tartışma konularını aydınlatma ve onlarla ilgilenme durumuna bağlı olduğuna göre; din konusunda da karşıt fikirler ve görüşler olduğuna göre bu durum okullarda din öğretimi için yeterli bir gerekçedir. Ayrıca, din insan yaşamında, tüm insanlar arasında her zaman güçlü bir etki unsuru olmuştur. Birçok kimse için dini motivasyon, onların eğitiminde temel bir öğedir.
DİNİ NASIL ÖĞRETMELİ?
Bu tarz bir düşünce, insanı “Dini nasıl öğretmeli?” sorusuna götürmektedir. İnsanlarda dinsel kaliteyi geliştirmede; Tanrı'ya inananlara ve inanmayanlara herhangi bir zarar vermeden bir yol bulma olasılığı var mıdır? Olafson'a göre; bunun iki yolu:
1) başlıca dünya dinleri hakkında bilgi vermek ve
2) insan yaşamının dinsel yönü olarak adlandırılabilecek konuda bir anlayış ölçütü geliştirmektir.
Yaklaşım ve yöntem ne olursa olsun, devlet okullarında din öğretiminde başarı dini bir davranış kalitesi olarak görmeye bağlıdır. Ayrıca, sosyal ve dini kurumlar ile eğitimciler arasında açık fikirli, güven verici ve samimi bir işbirliği zorunludur.
Bu sınırlı çözümlerden anlaşılan, öz anlamda din ve eğitim, insan yaşamında birbirleriyle bağdaşmayan iki özellik değildir. Eğer insanda, herhangi bir dinin zorunluluğunu gerektirmeyen bir din özelliği varsa belirli özel bir dine atıfta bulunmadan bu özelliği geliştirmek olasıdır.
Tüm bunlardan çıkan sonuç, laikliği ve dini eğitimi savunanların, okul öğretiminde elde edilmesini istedikleri sonuçlar olarak birbirlerinin isteklerini engellememelidirler.
Devlet okulları, gerçek anlamda iyi ve ahlaklı yaşamı geliştirmeye çalışmalıdır. Bu arayışta okulun yöntemi özgür soruşturma ve amacı da gerçeği arama olmalıdır.
ANAYASA'YA GÖRE ZORUNLU OLANIN “DİN/DİNİ EĞİTİM VE ÖĞRETİMİ” DEĞİL, “DİN KÜLTÜRÜ”, “AHLAK ÖĞRETİMİ” DİR
İslam dininin öğretilmesi söz konusu olsa, bunun laik bir ülkenin anayasasında zorunlu olarak yer alması elbette düşünülemez.
Kültür düzeyinde dinin, bilgi olarak ahlakın öğretilmesi, yurttaşlık bilgisi, tarih, coğrafya, Türkçe gibidir ve laikliğe aykırı telakki edilmemelidir.
Din eğitim ve öğretimi denilince, belli bir dinin “din olarak” öğretilmesi üzere eğitiminin yapılması anlaşılır. Genel olarak şunu anlatır: Mezhepler üstü din öğretimi, İslam’ın inanç, ibadet ve ahlâkî değerlerinin herhangi bir mezhebin din anlayışı ve yorumuna bağlı kalmaksızın betimleyici bir tarzda öğretime konu edilmesidir.
Burada mezhepleri yok saymak veya onları ortadan kaldırmak, dönüştürmek veya değiştirmek söz konusu değildir.
Mezhepler, kültürel ve düşünsel zenginlik olarak sunulur.
Bu yaklaşım din olgusunu ana kaynaklarından öğretir ve bütün öğrencileri eşit derecede din bilgisi ve din kültürüne sahip kılar.
İslam’daki kök değerler hakkında bir ortak bilgilenmeden sonra ileriki yıllarda İslam’ın çeşitli yorumları arasında “açık öğrenme tecrübeleri’ ne yer verilir.
Din anlayışındaki farklılaşmaların kurumlaşması olarak ortaya çıkan mezhepler, beşeri oluşumlar olarak sunulur ve bunlar din ile özdeşleştirilmez.
Bu program öğrencilerin, din ve ahlak hakkında doğru, bilişsel, duyuşsal ve becerisel öğrenmeler yoluyla şunları amaçlamalıdır:
BİREYSEL AÇIDAN
1-Temel dinî ve ahlâkî sorularına cevap verebilmelerini,
2-İnanma ve yaşama özgürlüklerinin bilincine varabilmelerini,
3-Dinî inanç ve ibadetlerini başkalarının istismarına kapılmaksızın gerçekleştirebilmelerini,
4-Dinin sevgi boyutunu fark ederek onun insan için vazgeçilmez bir öğe olduğunu kavrayabilmelerini,
5-Dinî kavramları doğru anlayabilmelerini,
6- İslâm dinini ve diğer dinleri ana kaynaklarına dayalı olarak tanımaları gerektiğini kavrayabilmelerini,
7- Dinin emirleriyle örf ve âdetlere dayalı olan davranışları ayırt edebilmelerini,
8- İslâm’ın iman, ibadet ve ahlâk esaslarını tanıyabilmelerini,
9-İslâm dininin akıl ve bilimle çatışmadığını, din ve bilimin birbirinin alternatifi olmadıklarını kavrayabilmelerini,
10-Aklın, dinî sorumluluğun temel şartı olduğunu; dinin aklın kullanılmasını istediğini ve bilimsel bilgiyi teşvik ettiğini kavrayabilmelerini,
11-Kendi dini ile mutlu ve barışık olabilmelerini,
TOPLUMSAL AÇIDAN
1-Toplumda yaşanan dinî ve ahlâkî davranışları tanıyabilmelerini,
2-Toplumdaki farklı dinî anlayış ve yaşayışların dinin özü ile ilgili olmayıp sosyal bir olgu olduğunu tanıyabilmelerini,
3-Başkalarının inanç ve yaşayışlarına hoşgörü ile yaklaşabilmelerini,
4-Toplum içerisindeki sağlıksız dinî oluşumları ayırt edebilmelerini,
5-Fizikî ve toplumsal çevreyi koruma bilincine ulaşabilmelerini
AHLAKİ AÇIDAN
1-Ahlâkî değerleri bilen ve bunlara saygı duyan erdemli kişiler olabilmelerini,
2-Öğrenilen ahlâkî değerleri içselleştirebilmelerini,
3-İnanç ve ibadetlerin davranışları güzelleştirmedeki olumlu etkisini fark edebilmelerini,
1-Dinin kültürü oluşturan unsurlardan biri olduğunu kavrayabilmelerini,
2-Dinin, diğer kültür unsurları üzerindeki etkilerini fark edebilmelerini
3-Doğru dinî bilgiler yardımıyla nesiller arası anlayış farklılıklarına sağlıklı bir şekilde yaklaşabilmelerini,
EVRENSEL AÇIDAN
1-Evrensel değerlere kendi dinî bilgi ve bilinçleriyle katılmalarını,
2-Diğer dinleri temel özellikleriyle tanıyarak, bağlılarına hoşgörüyle yaklaşabilmelerini,
3-Çağdaş, evrensel insanî değerlerin İslâm’ın özü ile örtüştüğünü fark etmelerini amaçlamalıdır.
LAİK DEVLET BİR “ANA” GİBİ OLMALI
Bir anne nasıl ki, hiçbir farklılığı gözetmeden, tüm çocuklarına kanat gerip onlara şefkat ve merhametle yaklaşıyorsa;
Devlet de bir ana gibi farklı inançlara sahip, inançlı/inançsız demeden tüm vatandaşlarına kanatlarını gerip koruyucu rol üstlenmeli, her vatandaşını inancını öğrenme ve yaşama hakkını garanti altına almalıdır.
Temelinde, insana saygı, düşünceye saygı, ahlaki olana saygı, hürriyete saygı ve kültürel mirasa saygı olan bir din eğitimi…
Eyüp Dağhan / Eğitimci-Yazar
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.