Elif Şafak'ı bitiren yazı
ŞAFAK'IN ROMANINA EN DERİN ELEŞTİRİ-TIKLAYINIZ
Satırlara başlarken öncelikle elif şafak’ın aşk romanından aldığım hicapsız cümleler için şimdiden özür dilerim. Lakin bizi buna mecbur değil mahkûm ettiler. Biz sözü söyleyelim. İncinen dostlarımız dahi olsa. Ola ki ya bizler dostları uyandırırız. Ya dostlar bizleri.
“AŞK ile aldatmak ve Elif Şafak”
Elif şafak’ın Aşk isimli romanını okurken Yavuz Bülent BAKİLER’ in “Kılık Kıyafetin sarmadı beni” dizelerini düşündüm. “Bizden renk bizden ses olmadığını” vurguluyordu şiir. Güzel Türkçemizde kılık, kılk, kılınç’ın anlamı ahlak, huy, tavır, iş, amel olarak ifade ediliyordu. Divanü Lügati’t Türk, Kutadgu Bilig, yazılı ve şifahi kültür eserlerimiz Milletimize bu ifadeyi asırlarca hatırlattı. Halkımız “kılık kıyafetine yani ahlakına ve şemaline dikkat etmeyi” öğütledi evlatlarına.
Fakat “Elif Şafak”ın 100.000 pembe, 200.000 gri ve daha kaç siyah baskısının yapılacağını bilemediğimiz “AŞK” isimli romanında bu değerlerin hiç önemi yoktu. Elif Şafak’ın kitaplarına para vermedim. Velev ki bir arkadaşım veya yakınım yanlışlıkla aldıysa onlardan ödünç alır okur geri veririm. O kitabı almak için verilen paralara da yüreğim yanar. Diğer kitaplarını şimdilik bir tarafa bırakarak bu meşhur daha doğrusu meşhur edilen (!)kitabın da ki sosyo-psikolojik zehiri paylaşmak istiyorum.
“Şafak” kitabında hastanın tedavi edildiği ameliyatının yapıldığı ve son anda hastaneden taburcu edilirken hastaya virüslü bir enjektörü batıran gizli bir eldir. Diyeceksiniz ki bu hükme nasıl varıyorsun?
Eğer roman dikkatli ve hitamına kadar okunursa maksadın Tasavvuf aşkını insana tanıtmak, ilgi uyandırmak ve sevdirmek olmadığını anlayabilirsiniz. Tabii ki Tasavvuf hareketi İslam düşüncesinde mümtaz bir yere sahiptir. Milyonlarca insan O yolun açtığı gönül gözleri ile İslam’la müşerref olmuşlardır.
“Şafak” ise ne anlatır aşk romanında? İnternetten kopyala yapıştır yöntemi ile bunun gibi nice kitaplar yazılabilirdi.
Kitap günümüzde ve 1200lü yıllarda geçen iki olay üzerine kurgulanmış.
1200lü yıllardaki olayı “aziz” ismindeki günümüz tasavvuf araştırmacısı diyebileceğimiz bir gezgin tarafından yazılır. Olay Mevlana ve Şems’in arasındaki İlahi Aşk’ı, dostluğu anlatır. Bunlar konunun ilgilileri tarafından da bilinir.
Günümüz de geçen bölümü ise “ella” isimli Amerikalı evli bir bayanın ailesi ile olan ilişkisi ve “aziz” isimli yazara karşı hissettiği duygular ve aşktır.
Romanda “aziz” geçmişine tövbe etmiş “Mevlana ve Şems”i araştırmış yazıya geçirmiş örnek bir model olarak gösterilir. Fakat “şafak” bu örnek şahsiyete Boston’da “ella” ile bir otel odasında buluştuğunda nasıl bir rol verir. ella’da ki karmaşık duygular ve bunalımlar ailesine ihanet etmek isteyen bir insanı yansıtır.
Özellikle sayfa 369 da “aziz”’in şu tavırları onlarca anlatılan tasavvuf örneklerini kurallarını ise yer ile yeksan etmektedir.
“aziz uzanıp ella’nın saç topuzunu tutan iğneyi çekti sonra da onu usulca kanepeye doğru itti, böylece sırt üstü dümdüz uzanmasını sağladı. ella aniden Aşk Şeriatı’nı hatırladı. Ama bir şey söylemesine fırsat kalmadan aziz elleriyle ella’nın bedeninde gittikçe genişleyen daireler çizmeye başladı. Aşağıdan yukarıya, ayak bileklerinden yüreğine doğru genişleyen çemberler…Parmak uçları sıcacıktı. Dokunduğu yere tuhaf bir enerji yayıyordu. Parmakları mum gibi yanan adam…”
Şimdi okuyucuya soruyorum? Bu kitap da ne anlatıldığı iddia ediliyor. Tasavvuf hayatının iki zirvesi Mevlana ve Şems’i bize dolaylı olarak tanıtan “ aziz” isimli günümüz aşk ve irfan ehli insanların olabileceği. Peki bu insanın ella ile arasında geçen sahneyi “şafak”ın kurgusu olduğunu düşünürsek okuyucuda oluşan olumlu düşünce şöyle bir sonuca bağlanmaz mı? Demek ki İnsan-ı Kamil dediğimiz bir insanın evli bir bayanla sayfa 369’da aralarında geçen topuklarından göğüslerine kadar devam eden ten temasında hiçbir sakınca yoktur. Lütfen tasavvuf ehlinde böyle bir şey olabilir mi?
“aziz’in parmakları karnından yukarıya kaydığında ella göğüslerinin daha diri, daha dik olmamasına hayıflandı”
Demek “şafak”ın anladığı ve bu topluma öğretmek istediği tasavvuf bu imiş. Bunun reklamını yapan takva iddiasında olup istikametlerinin ne olduğu bilinmeyen gazetelere ve yazarlara ise ne söyleyebilirim? Onlar yüce Allah’ın ve Güzeller Güzeli Resulu’nun Cemaline Şems’i Tebrizi’nin Mevlana’nın cemaline nasıl bakacaklar.?
“Allah indinde Din İslam’dır” ayetine karşı romanın bitiş sayfasındaki “hilal ay, altı köşeli yıldız, haç, yin yang vd.” maksad-ı şafak’ı ne güzel anlatıyor. Vahdet-i Vucut ne elif şafakların enjekte etmeye çalıştığı gibidir ne de simgeleri bir araya getirerek zihinleri bulandırmak istendiği gibidir. Mevlana “Muhammed Mustafa’nın ayağını tozuyum” "Kur'an'ın bendesiyim" derken her halde “dinler arası diyalogcuların” söylediğini söylemiyordu. Mevlana ne demişti:
“Bu canım var oldukça ben Kur’an’a tutsağım
Muhammed Mustafa’nın yolundaki toprağım
Benden başkaca bir söz nakledenler olursa
Hem onu söyleyenden hem o sözden uzağım”
Şemsi Tanımak isteyen ise O’nun Makalat’ını (Konuşmalar)okur ve İslam’ın Güneş’ini orada görür.
Yoksa kitapda anlatıldığı gibi Şems ne fal bakar ne de evlilik gecesi kitapda kendisine atfedilen sözleri söyler.
Sayfa 372 Yazar’a göre Kimya der ki “bakire değilim sanırlar”.
Yazara göre Şems’in tepkisi: “Ne demekti bu? Cemiyetin bu saçma sapan kuralları kanımı donduruyordu. Bu tür köhnemiş törelerin, insanı insana kırdıran adetlerin, Allah’ın yarattığı mükemmel eserle ilgisi yoktu.”
Şafak’a ve şafak gibilere göre olmayabilir di. Fakat Bunu Allah Velisi Şems’e söyletmeye hiç mi hiç hakkı yoktu.
Şems-i Tebrizi Makalat isimli eserinde “Benim hiç kimseden dünya ile ilgili bir isteğim yoktur. Bende Hazreti Peygamberin armağan kabul etmesi adetine uygun davranışta bulunmak arzusu vardır.” (Şems-i Tebrizi Konuşmalar.Hürriyet yayınları cilt.1.1974.sf.194) demektedir.
Bilgisayarın tuşlarına parmaklarımı vururken Aziz Türk Milleti üzerine daha ne kadar oyunlar oynanacak ve milletimize bunu fark ettirmemek için gözler nasıl boyanacak diye düşünüyorum. Boyamak için Aşk’ın tertemiz rengini bile kirletmekten utanmayacaklar.
Türk ve Dünya edebiyatından muhteşem kalemleri tanıtmaya hiç kimse bu kadar hevesli olmamıştı. Üç dört yıl evvel “ Ferrarisini Satan Bilge” “Ferrarisini geri alan Bilge” kitapları ile halkımız altı ayda ruhi olgunluk maceraları ile aldatılıyordu. Önceleri Kitaplar yok sattı. Sonra gazeteler hediye etmeye başladılar. Halbuki Yunus Emre’nin sembolikde olsa “kırk yıl” odun taşıması “hakikat cevherinin” Tabduk gibi Tabduk’suz, Yunus gibi Yunus’suz bulunamayacağını tembihliyordu.
Şimdi ise elif şafak ve eselerini sunmak için bir birleri ile yarışanları kendi söyleşileri ile baş başa bırakıyorum. Belki de bunları bir çoğumuz okumuş da olabiliriz. Gazeteler internet siteleri birbiri ile yarış ederek kitabı tanıtıyorlar tavsiye ediyorlar. Bulunduğum ildeki kitapçılar kitabı yok satıyor. Dini hassasiyetleri olan kitabevi mensuplarına bile yukarda bahsi geçen sayfaları okutunca sonuç değişmiyor. Sadece istek fazla PARA KAZANIYORUZ diyerek geçiştiriyorlar. Peki sahteler hakikilerden daha fazla talep ediliyorsa hakikiler niçin ön plana çıkarılmıyor diye sorunca yine sukut un tokatı geliyordu. Saf Gönüllü Temiz Yürekli Türk Milletinin güvendiği gazeteler“elif şafak”’a ve benzerlerine sutunlarını açıyorlar. Milli Haysiyetimiz, Milli Şuurumuz ruhumuzun derinliklerinden sökülüp atılmaya çalışırken sessizliklerini koruyorlar.
Yıllarca ve halen Aziz Türk Milletinin dini hassasiyetlerine hitap eden Zaman gazetesinden iki örnek vermek istiyorum.
“Roman içinde roman, aşk içinde aşk” Ali Pektaş 04 Mart 2009,
“Yazar Elif Şafak da yarın okurlarla buluşacak son romanı 'Aşk'ta, kalemini bu kavramın farklı katmanlarında gezdiriyor. Aşk, bir roman gibi görünse de aslında roman içinde bir başka romanı da sunuyor okuyucusuna. Şafak, günümüzle geçmiş arasında bir köprü kurarak, bugünün insanının sorunlarını ve sorularını roman kahramanlarının hayatlarıyla ve Şems'in '40 Altın Kuralı'yla cevaplıyor:
Bu romanda okura yüreğimi açtım. Tasavvuf benim sırrımdı, o sırrı aşikâr ettim. Şems ve Mevlânâ hakkında bir kitap yazayım arzusuyla kaleme almadım bu kitabı. Ben "aşk"ı anlatmak istedim. Buydu çıkış noktam. Hem dünyevî hem manevî boyutlarıyla aşkı yazdım. Zıt gibi görünen karakterleri yan yana getirerek evrensel bir öz yakalamayı arzuladım. 2008 senesinde Boston'da yaşayan üç çocuk annesi mutsuz bir Yahudi Amerikalı kadın için Mevlânâ ne ifade ediyor, bu sorunun cevabını kovaladım.”
İkinci söyleşi:
“Elif Şafak: Aşk, bu dünyayı aşan bir duygudur” Sevinç Özarslan 07 Mart 2009,
“İnternette herkes Aşk romanınızın çıktığını birbirine haber veriyor. Beklenen şarkı gibi, beklenen bir roman mıydı?
İlla bir aşk romanı değil ama muhakkak bir roman beklentileri vardı. Çok e-mail alıyordum. Yolda görünce çevirip soruyorlardı. Çünkü Siyah Süt, tam bir roman değildi. Otobiyografik eserdi. Bence Türkiye'de çok iyi bir roman okuru var. Bunların büyük bir bölümü de kadın. Aralarında aşk üzerine yazmamı isteyenler oluyordu. Ama aşkı sadece kadın-erkek ilişkisi olarak düşünmeyin. İlahi aşkın da içinde olduğu bir roman beklentisi vardı.
Ella gibi kadınlar çok fazla Avrupa'da ve Amerika'da değil mi?
Evet, Ella gibi kadınlar çok fazla. Türkiye'de de çok fazla. Isparta'da ya da Rize'de yaşayan bir ev kadınına Ella gibi karakter ne ifade ediyor? Ella ilk bakışta Amerika'da Boston'da yaşayan Yahudi bir kadın. Zengin bir hayatı var. Ama bir sıkışmışlık, eksiklik hissi içinde. Bu hissi belki Burdur'daki, İstanbul'daki, İzmir'deki kadın da biliyor. Zahirideki ayrımları kaldırdığınızda altta kalan hikayeler benzer ve evrensel. Birbirimizle bu noktalarda empati kurabiliriz. Mutsuz bir evliliğin içine hapsolmuş ama oradan çıkmak için veya kendini dönüştürmek için çaba göstermeyen, hayatı akışına bırakan çok insan var.
Cesaretleri yok belki de, Ella cesaretli bir kadın.
Evet cesaretli bir kadın ama savaşçı bir kadın değil. Hatta bütün hayatı boyunca mütevazı ve munis bir yaşam sürmüş, sessiz biri. Öyle bir kadının dönüşümü beni çok heyecanlandırıyor. Bir de bütün hayatını planlar, programlar yaparak geçiren bir kadın. Böyle birçok insan tanıdım. Çantalarına ajandalar, özel notlar koyan, üç ay sonrasını inceden inceye planlamış. Böyle bir kadının "yarın" saplantısından vazgeçmesi ve şimdi, şu an aşkı yaşamayı tercih etmesi oldukça radikal bir dönüşüm. Bu kitabın en önemli bölümüydü benim için. Çünkü Aziz ona yarın vaad eden bir adam değil. Aslında kimse kimseye yarını vaad edemez bu dünyada. Ama öyle zannediyoruz ve öyle yaşıyoruz.”
“şafak”, “ella” gibi anneler Türkiye'de de çok diyor. Söyleşiyi’yi yapan gazeteci hayır yok diyemiyor. Nedir “iffet” nedir “haya” ? Vatan gibi bayrak gibi hürriyet gibi Mukaddesler mukaddesidir bunlar. Bu Kavramları, bu değerleri Türk Milletinin bildiği gibi ne eski Yunan’ın filozofları ne Yeni Batı’nın sosyologları bilebilir. Şafak’ın annelerimize sunduğu “aziz” modellerine Isparta'da, Rize'de, Burdur’da, İstanbul’da, İzmir’deki annelerimiz itibar etmez. Sarı Denizden Ak Denize kadar hiçbir Türk Anası itibar etmez. Haremine el değdirmez. Evladını ak sütü ile emzirdiği memesine değil el değdirmek “aziz” modelini kilimine, halısına bastırmaz.
Şafak’tan önce toplum olarak öncelikle tasavvuf klasiklerini okumalıyız. Muhyiddin ibn Arabi “İlahi Aşk” isimli klasiğinde “kadın” mürşidlerinden bahsederken nasıl bir edep sergiliyordu. Aşk şerefli bir makamdır varoluşun aslıdır derken tepeden tırnağa zahirden batına evvelden ahire aşk’la doluyordu. Mevlanaları, Şemsleri Yunusları, Niyazi Mısri’leri Rabiaları ve daha nice Allah dostunu destanlaştırmış romanlaştırmış nice yazarlar yazarlarımız mevcut. “Samiha Ayverdi” “Nezihe Araz” “Emine Işınsu” ve “Annemarie Schimmel” gibi kaleminin ve birikiminin hakkını veren fikir ve edebiyat insanları bunlardan birkaç bayan kalemlerimiz. Bu gönül insanları Tasavvufi şahsiyetleri kaleme aldılar. Hiç birini “şafak”kadar gazeteler, yazarlar tavsiye etmedi, takdir etmedi. Kiminin intisaplı olduğu tasavvuf yolunu eleştirdiler kiminin katılmadıkları veya eleştirdikleri satırlarına takıldılar kaldılar. Samiha Ayverdi’nin eserlerinden bazıları yetmişli yıllarda Kültür Bakanlığınca basıldığında “Akşemseddin’den” “Mevlana” dan hiçbir şey anlamadıklarını sözleri ile isbat eden sözde aydınlar politikacılar çıkmıştı. Samiha hanım Allah Aşığı, Türk aşığı, Türkçe aşığı idi.Tabii Samiha Hanımın “Türkiye’nin Ermeni Meselesi” ve “Misyonerlik karşısında Türkiye” isimli dev gibi eserleri de vardı.
Elif şafak’ın ise “Baba ve P…” isimli romanı vardı. Türk milletine hakaret dolu satırlarını bir gecede sabaha kadar okurken yüreğim ve ciğerlerim yırtılacak sanmıştım. şafak’ın “Baba ve P…”romanındaki ithamların bu kadarını dürüst hak sahibi ermeni bir insan yapmazdı. Okuyan düşünen bir ermeni, komitacıların hayalleri ve haçlıların aldatması ile Türk Milleti’ne en zor günlerinde neler çektirildiğini bilirdi. şafak, Türk Milletinin vicdanında halen beraat etmedi, edemiyecek.
Tekrar konumuza dönersek yakınlarda Hakk’a yürüyen Nezihe Araz’ın “Dertli dolap” eserini gençlik yıllarımda kaç arkadaşıma tavsiye ettiğimi unuttum. “Aşk Peygamberi Mevlana’nın hayatı” isimli eseri de Türk klasiği olmayı hak etmişti. Nezihe Araz’ın para psikolojik, spirtualist eserleri tartışmaya açıksa da tasavvufi eserleri takdire şayandır.
Allah uzun ömürler versin Emine Işınsu’nun Tasavvufi romanlarını kaç insan okudu. Kaç insana hediye ettik, tavsiye ettik. Annemarie Schimmel, Mevlana ve Muhammed ikbal uzmanı idi. İkbal ile ilgili eserleri ve Mevlana’nın hayatını anlatan “Ben Rüzgarım Sen Ateş” eseri Türk okurunun dikkatinden uzak kaldı. O’nun daha ziyade sayıların gizemi ve benzeri popüler olabilecek eserleri tanındı, tanıtıldı.
Aziz dostum, tıbbiyeden arkadaşım “Dr. Hayati Bice”’nin “Global Planlarda Tasavvuf” (http://www.haber10.com/makale/16375) isimli makalesini okuyunca ifadelerimin stratejik açılımını da bulacağınızı düşünüyorum.
Çoğu kez olduğu gibi sahteler meydanları doldurmuş durumda. Onların isminin elif olması şafak olması bizleri aldatmasın. Unutmayalım Kainatlarda, Alemlerde ve insanda daima hakikatle sahtelerin mücadelesi vardır.
Özü (müsemması) Elif olanları şafak olanları bulmamız duasıyla.
Tanrı Türk Milletinin Yar ve Yardımcısı olsun. O’nu Hz.Muhammed Mustafa yüzü suyu hürmetine, Peygamberler hürmetine, Ashab-ı Güzin hürmetine, Ehl-i Beyt hürmetine ,alimler hürmetine, şehidler hürmetine, masumlar hürmetine, veliler hürmetine Kainatlara hediye olacak kıvama kavuştursun. Sözlerimi medeniyetimizin geleneği olan şu cümle ile bitirmek istiyorum: “Her şeyin doğrusunu Hz. Allah (CC) bilir.”
Yanılgılarımdan O’na sığınırım.
Sevgi, selam, dostlukla
Hilmi Özden
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.