Gelecek geçmişi belirler mi?
Genel kanı geçmişin geleceği etkilediği hatta belirlediği biçimindedir. Ama genel kanı bu olunca geleceğe yön vermek isteyenler projelerine uygun bir geçmiş yaratırlar yani geçmişi gelecek için öngördüklerini destekleyecek biçimde yazar ve yansıtırlar.
Dünyadaki gelişmeleri açıklamakta iki ayrı bakış açısı vardır: Birincisi herkesin kendi iradesiyle davrandığı ve bunların bileşkesinin ulaştığımız yeri belirlediği biçimindedir. Yani her ülke kendi çıkarları yönünde politikalar üretir ve uygular. Demokrasilerde bu halkın tercihleri yönündedir.
İkinci görüşe göre bir ya da birkaç güç odağı gelecek konusunda projeler üretir ve bunları gerçekleştirecek politikaları hayata geçirirler. Sanıldığının aksine bunlar sadece kendi ülkelerinin çıkarları yönünde hareket etmezler ve tüm dünya onların hesaplarında ayrıcalıksız bir bütündür. Mesela Çin’in komünist partisi tarafından yönetilmesi, insan hakları ihlallerinde ön safta olması küresel sermayenin bu ülkede yatırım yapmasını ve hızla kalkınmasının sağlanmasını engellemez. Dostluğun düşmanlığa, düşmanlığın dostluğa dönüşmesi an meselesidir. Çünkü onların hesapları ülke düzeyinde değil dünya ölçeğindedir.
Herhangi bir ülkede dünya görüşünün hızla değiştiğini ve kutsal sayılan değerlerin bile yıpratıldığını görürseniz bunu ülkenin iç dinamiklerinin bir sonucu olarak algılamak yanlış olabilir. Muhtemelen bu ülkenin dünya üzerinde rolü değişmiştir ve buna uygun yeni bir ideoloji yaratılmaktadır. Bu, eski dünya görüşüne temel teşkil eden geçmiş algılamasının da değiştirilmesini gerektirir.
Türkiye’de Ermeni soykırımı iddiaları, dinin toplumda ön plana çıkarılması, Kürt kimliğinin tanınması, yakın tarihimiz algılamalarımızı değiştirecek söylemler gerçeği bulmak amacıyla mı yoksa yeni bir dünya görüşünün inşası çalışması mıdır?
Genelde tartışmalar bu yeni düşüncenin doğruluğu yanlışlığı üzerinedir. Ermeni soykırım iddialarına karşı onların yaptıkları, dinin önem kazanmasına karşı laikliğin gerekliliği ve değiştirilmesi önünde engeller bulunduğu öne sürülür. Atatürk’ü üstün insan konumundan aramızdakilerden biri haline dönüştürme çabaları tepkiyle karşılanır.
Bu yol çıkmaz bir sokaktır ve çoğunlukla büyük bedeller ödense bile hazırlanan projelerin gerçekleştiği görülür. Kürt kimliği konusundaki tartışmaların geldiği nokta bunca bedel ödenmesini anlamsız kılmıyor mu?
Asıl tartışılması ve mümkünse değiştirilmesi gereken ülkemize biçilen rol ve bunu kolaylaştıracağı düşünülen dünya görüşüdür. Biz gelecek için öngörülen dünyayı ve buradaki rolümüzü tartışmak yerine bu amaca ulaşmak için öngörülenlerle uğraşıyoruz.
Eğer değişmemiz gerekiyorsa buna direnmek yerine kendi oluşturacağımız bir modelle bu değişimi gerçekleştirmeliyiz. Gelecek için öngörülerimiz ne kadar uzun bir dönemi kapsarsa ilerde karşılaşacağımız sorunlar o kadar azalır ve biz de bu değişimlerde kendi tercihlerimizi projeye dahil edebiliriz. Düşünce gücün önündedir ve çok güçlü sandığımız ülkelerin nasıl etkisiz hale geleceğini göreceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.