Ordu ve din
Başbuğ - İzlenimler - Değerlendirmeler
Öncelikle, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un dünkü konuşması üzerine konu başlıkları ele alınarak yapılabilecek bir hayli değerlendirmenin bulunduğunu belirtmeliyim. Bunu önümüzdeki günlerde yapacağız.
Bugün burada, algıladığım imaj, ve konuşmada genel anlamda altını çizdiğim konuları sizlerle paylaşacağım:
-Sayın komutanın, öncelikle, farklı bir asker profili çizmeye özen gösterdiğini belirtmek lazım. Farklılık, askeri üslubun buyurgan niteliği yerine ılımlı, müzakereci, akademik referanslara yer verme, iknayı amaçlama, uzlaşma alanları üretme ve Asker adına, toplumda olumlu imajlar arama şeklinde ortaya çıkıyor.
-Bununla birlikte, açılımların, TSK'nın ana koordinatları içinde kaldığı da bir gerçek. Yani nihai çözümlemede, Atatürk referanslı TSK hassasiyetlerinin dile getirildiğini söylemek lazım.
-Komutan önce, askerlere askeri hassasiyetleri anlatıyor. Burada "Etik" boyutun, yani ahlakiliğin altını çiziyor. Ayrıca, "askerliği güven mesleği" olarak tanımlayıp, "halkın itimadına layık olma"ya dikkat çekiyor. "Silahlı Kuvvetlerin halkın vergisi ile kurulduğu"na vurgu yapıyor.
-Başbuğ'un konuşmasının genel kapsamında TSK'nın din konusundaki yaklaşımı geniş bir yer tutuyor. Başbuğ, kendi ifadesiyle "mütadeyyin kesimler" nezdinde TSK'nın "din karşıtı" gibi gösterilmesine karşı çıkıyor. Ordu ile ilgili "Peygamber ocağı" tanımlamasına, "Şehadet" duygusunun din kaynaklı oluşuna sahip çıkıyor. Atatürk'ün "dinsiz millet yaşamaz" şeklindeki sözlerini kullanıyor.
-Ama, laiklik de Başbuğ'un vazgeçilmezi. Orada dinin, sosyal hayatı belirleyen bir değer olmasını öngörmüyor. Başbuğ'un dünyasında "Din, kul ile Allah arasında kalan bir ilişki"ye dönüşüyor. Klasik sistem algısı...
-Başbuğ'un din - laiklik tahlilinde cemaatler üzerine yaptığı değerlendirmeler ise, bir hayli tartışma götürür nitelikte. O değerlendirmeler, modern zamanlarda, adeta cemaat olgusunu ilkesel planda reddeder bir nitelik arzediyor. Cemaatlerin kültürel, ekonomik ve siyasi anlamda güçlenmesini "din istismarı" olarak görüyor ve bunun Anayasa ile çeliştiğini öne sürüyor. Bunu yaparken, mesela, Aleviliğin örgütlenmesini dikkate aldığını hissetmiyor, daha çok, sünni alandaki cemaatleşmeleri tehlike olarak gördüğünü anlıyorsunuz. Bu, son derece sorunlu bir yaklaşımdır. Ve TSK adına bu duruş, sayın Başbuğ'un beklentisinin aksine, herhangi bir cemaat bünyesinde yer alan "mütedeyyin" insanların duygularını olumlu yönde etkilemeyecektir.
-Özetle ben, söylemdeki ılımlı dil bir yana, laiklik - demokrasi - din - toplum ilişkisi alanında Başbuğ çizgisinin, problem çözücü nitelikte olmadığını belirtmek isterim.
-Başbuğ'un konuşmasının çok geniş bir kısmı, beklendiği gibi, terör üzerine olmuştur. Başbuğ, bu konuda, terörle birlikte tartışma alanına giren tüm boyutları dikkate alarak değerlendirmeler yapmıştır. Başbuğ'un toplum bünyesinde etnik ayrışma - çatışma olmadığına dair sözleri, bunu, bin yıllar içinde oluşmuş ortak değerlere bağlaması doğru bir yaklaşımdır. "Etnik aidiyet" etrafında siyasileşmeye yönelik kaygılar önemlidir. Çocuklarını terör örgütüne "kaptıran" anne babaların acılarının altını çizmesi yeni bir duyarlılıktır.... Bölgenin mağduriyet hissini ortadan kaldırmak adına devlet birimleri tarafından yapılması gerekenlere dikkat çekmek doğrudur... Kuzey Irak konusunda Türkiye - Amerika - Irak birlikteliğine verilen önem, TSK adına konunun nasıl algılandığının göstergesidir.
-Ama bütün bunların yanında, Başbuğ'un üst kimlik - ikincil kimlik alanında söylediklerinin, özellikle üst kimliğin tayini noktasında tartışılacağı muhakkaktır. "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir" şeklindeki Atatürk'e ait sözün, etnik aidiyet bilinci öne çıkmış toplum kesimlerini ne kadar tatmin edeceği, tatmin olmayanların hak taleplerinin nasıl karşılanacağı ya da karşılanmayacağı önemli bir sorundur.
Başbuğ'un altını çizdiği Entegrasyon - Asimilasyon ayrımının, bölge insanı nezdinde aynı şekilde anlaşılmadığı biliniyor. Bir de gelinen "etnik aidiyetin siyasileşme"si ve "toplumsallaşma"sı olayı var ki, Başbuğ'un yaklaşımının, o olgu karşısında çok anlamlı durmadığı söylenebilir.
-Başbuğ'un, Türkiye'nin en hassas iki konusu, Din - toplum ilişkileri ve etnik mesele konusunda, çok da sorun çözücü bir çerçeve sunduğunu söylemek kolay değil.
-Başbuğ'un "TSK Demokrasi rejimine bağlıdır, saygılıdır" cümlesi bir deklarasyon olarak önemlidir. Ama, Türkiye'de bir demokrasi sancısı bulunduğu, bunun önemli ölçüde, din ve etnik aidiyet alanına getirilen sınırlamalardan kaynaklandığı biliniyor. "Laiklik ile demokrasi birbiriyle çelişkili değildir" sözü Başbuğ'a ait. Ama Türkiye'de, halktan yüzde 47 oy almış bir siyasi parti, "laiklik karşıtı eylemlerin odağı"şeklinde hüküm giyiyor. O parti din ile alakalı olarak suçlu bulunuyor, bir başkası etnik duyarlılık yüzünden suçlanıyor. Nasıl gerçekleşir demokrasi bu durumda?
-Son söz: Başbuğ'un ulus devletin ana parametreleri söz konusu olduğunda "Tartışılmaz ölçüler" e sığınma tarzındaki üslubuna rağmen, konuların farklı boyutlarını önemsediğini gösteren yaklaşımı, farklı değerlendirmelere açık bir asker görüntüsü veriyor. Bu iyi. Bu korunabilir, daha da geliştirilebilirse, Türkiye'nin bazı tabu konuları daha rahat konuşulabilir. Zaten, Başbuğ'un demokrasinin önemli bir özelliği olarak "Çoğulculuk"un altını çizmesi de böyle bir açılımı zaruri kılıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.