Dolmabahçe'den bugüne... Ve andıç!
2007'nin Nisan sonu Mayıs başı, Türkiye'de çok önemli gelişmelere sahne olmuştu.
27 Nisan'da gece yarısı Genelkurmay sitesine, sonradan Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt'ın "Ben yazdım" açıklamasında bulunacağı ve kamuoyu tarafından "e-muhtıra" diye anılacak olan bir bildiri girmişti.
Ertesi gün hükümet, sert bir açıklama ile bu e-muhtırayı cevapladı.
Bu, Türkiye'de ilk defa olmaktaydı.
Askeri bir hamleye, sivil ve demokrat bir cevap.
Sonra 5 Mayıs 2007 tarihi geldi ve o gün, Başbakan Erdoğan'la Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt'ın İstanbul Dolmabahçe'de bir görüşmesi vuku buldu.
Görüşme ile ilgili spekülasyonlar oldu ama herhangi bir açıklama yapılmadı.
Gerek Başbakan gerekse Genelkurmay Başkanı, bu görüşmenin kendileri ile birlikte mezara gideceğini açıkladılar.
En son Başbakan, "Büyükanıt açıklarsa ben de açıklarım" dedi.
Bir şey daha dedi ki o, görüşmenin muhtevasına ilişkin ipuçları vermekteydi. Başbakan'a "Bu görüşme sivil-asker ilişkilerinde bir dönüm noktası sayılabilir mi?" diye soruldu. "Sayılabilir" cevabı alındı.
Evet, bu bilgi önemliydi.
Ve tabi, bu bilgiye yönelik şu soru da önemli:
-Acaba nasıl bir dönüm noktası sayılabilir?
İki şık üzerinde durulabilir:
-Siyasi iradeye ayar verilmiştir.
-Askeri iradeye ayar verilmiştir.
-İki tarafça da aşılmayacak sınırlar üzerinde mutabakat sağlanmıştır.
Yaşananlara bakılıp bu ihtimallerden birincisinin veya ikincisinin vuku bulduğu öne sürülebilir. Ya da üçüncüsünün ki, o bir denge arayışını ifade etmektedir.
Büyükanıt gitmiş, yerine Başbuğ gelmiştir.
Büyükanıt'la gerçekleştiği belirtilen "sivil-asker ilişkilerindeki dönüm noktası" karakteri, Başbuğ'la ilişkide de geçerli bir zemin midir? Bu soru sorulabilir.
Başbuğ döneminde, hükümet-asker ilişkisinde, siyasi iradenin belirleyici olduğu şeklinde bir görüntü vermeye itina ediliyor.
Ama yaşanan sürecin, Başbakan'ın, statüko veya asker ne denirse, bu yapıyı içselleştirdiğini gösterdiğine dair iddialar da var. DTP camiası bu temayı bilinçli bir tarzda işliyor ve bu tema, bazı liberal çevrelerde önemseniyor.
Başbakan'ın "devlet hassasiyeti" söz konusu olduğunda düşük profil sergiliyor olmasında, "kapatma davası"nın getirdiği kimya değişmesinin de önemli bir dönüm noktası olduğu iddiaları bu arada zikredilmeli.
...Ve Andıç!
Dolmabahçe tartışmaları ile siyasetçi-asker ilişkilerinin yeniden gündeme oturduğu günlere, Taraf Gazetesi'nin tam sayfa ile sunduğu "Yeni bir andıç bombası"nın düşmesi her şeyi başa sarıyor.
Haber Mehmet Baransu imzalı.
4 sayfa halindeki planı Genelkurmay Harekat Başkanlığı için Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek hazırlamış.
Belge Nisan 2009 tarihli. Yani geçmiş dönemlere ait falan değil, tam ifadesiyle dumanı üstünde.
Plan, Ergenekon'dan tutuklanan ve Devlet Üstün Hizmet Madalyası'nı iade etmesiyle gündeme gelen emekli Yüzbaşı Serdar Öztürk'ün ofisinde ele geçirilmiş.
Taraf gazetesinin "AKP ve Gülen'i bitirme planı" manşetiyle duyurduğu plan dudak uçuklatıyor. Tam bir komplo, kara propaganda ve provokasyon planı.
Bakın neler var:
Planın özü "Hükümet ve Gülen grubu şeriat istiyor, desteklerini kıralım, faaliyetlerine son verelim" amacını taşıyor.
Planın "Kara Propaganda Faaliyeti" bölümünde şu cümleler yer alıyor: "İnternetteki ses kayıtları irticacılar tarafından yayınlanmış gibi gösterilecek. Ama dinleyenlerin bizi haklı bulacağı tarzda ses kayıtları düzenlenecek."
Planda sonra şu ifadeler yer alıyor:
"-Gülen cemaatinin, Işık Evleri baskınlarında bulunması sağlanacak silah ve mühimmat sayesinde, Fethullahçı Silahlı Terör Örgütü olarak ilan edilmesi ve yargılanması sağlanacak.
Planda ayrıca, Gülen cemaatinin PKK ile işbirliği yaptığı; CIA, MOSSAD gibi kuruluşlarla ilişkide olduğu ve Ergenekon Davası'nı yönettiği izlenimini yaratma amaçlı eylemler var.
Plan, AK Parti'yi parçalamak için kurulması istenen kumpaslara yer veriyor. vs.
Neresinden baksanız, Türkiye dehşet verici bir senaryo ile karşı karşıya bulunuyor.
Şimdi soru şu:
Bu belge gerçekten Genelkurmay Harekat Başkanlığı bünyesinde mi hazırlanmıştır?
Kimdir bu belgenin sorumlusu?
Dolmabahçe'de ne oldu, şimdi Erdoğan-Başbuğ ilişkisi hangi niteliktedir, bunlar tartışılabilir ama şu an ortada, Türkiye'nin nerede durduğuna dair not verdirecek bir hadise var.
Son söz: Hem Erdoğan hem Başbuğ, kamuoyunu tatmin eden açıklama yapmalı. Sayın Cumhurbaşkanı da, olayın ortaya çıkması için ağırlığını koymalı.
Askeri savcılığın açtığı bildirilen soruşturmanın da, "Belge nasıl sızdı?"yı veya "Gazete haddi aştı mı?"yı değil, "Bu belge hazırlandı mı?"yı ortaya çıkarması da bu işin sağlıklı boyutu olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.