Tefrikanın sebepleri
İçeride bölündüğümüz, gücümüzü birleştirerek meşru ve etkili bir şekilde kullanamadığımız için kahir çoğunluğumuz zayıf azınlık gibi oluyor.
İnsanlığın kurtuluş programı olan İslam'ı, ona ekmek ve su kadar muhtaç olan insanımıza ve insanlığa en uygun şekilde anlatmak ve insanları müslümanca eğitmek için işbirliği yapacak yerde birbirimizle uğraşıyoruz, birbirimizi tekfir ediyoruz, İslam'dan veya Ehl-i sünnetten dışlıyoruz, ortak düşman veya muhalifler ile işbirliği yapanlarımız oluyor.”
Dedik.
Açıklayalım.
Dinde ilim vahiydir, vahiy ile gelen bilgidir, vahiy ise ilâhîdir, Allah'tandır.
Vahiy bize Kur'an âyetleri ve tebliğe, dini açıklama ve uygulamaya yönelik (bu mahiyette olan) hadislerle ulaşmaktadır. Âyetleri ve hadisleri anlamak “fıkıhtır”, anlamanın usulünü kullanarak anlayanlar “hata etmeleri muhtemel olan insanlar” olduğu için fıkıh (anlama, yorumlama, hükme varma, kurallaştırma) ilâhî değil, beşerîdir. Bu sebeple fıkıhta (hem itikad fıkhında, hem amel fıkhında, hem usulde, hem fürûda) ihtilaf vardır; yani farklı anlayışlar ve yorumlar olmuştur.
İtikad (inanç) ve amel (uygulama) alanlarında meydana gelen bu farklı anlayışlara ve yorumlara “mezheb” denmiştir. Mezhepler ehl-i sünnet ve ehl-i bid'at diye ikiye ayrılmış, ehl-i sünnet mezhebi mensupları diğerlerini “yanılmış, doğru anlayıştan sapmış” olarak kabul etmişler, ancak bu mezheb mensupları da “müslümanız dedikçe ve kıbleye yöneldikçe” onlara kâfir, dinden çıkmış dememişler, onları “mümin ve kardeş” olarak kabul etmişler, kendilerine düşünce, söz ve inançlarına göre yaşama gibi temel hakları tanımışlardır. Daha da önemlisi,-“Hz. Ali döneminde muhalefet” ve “Tevil varsa tekfir yoktur” başlıklı yazılarımda da ifade ettiğim gibi- farklı ve hatalı kabul edilen yorum sahipleri ile ortak düşmana karşı ve İslam'ın ortak hedeflerini gerçekleştirmek üzere birlikte mücadele yolunu açık bırakmışlardır.
Aşırı gidenleri, önüne geleni tahkir ve tekfir edenleri, bölücü ve ayırımcı olanları bir yana bırakırsak ehl-i sünnetin, diğerlerine karşı tutumları bundan ibarettir.
Ama gel gör ki, hem tarihte hem de günümüzde “ehl-i sünnet” adına yazan ve konuşan bazı cahiller ve mutaasıplar, bırakın ehl-i bid'atı, “müslümanım, yolum Kur'an ve Sünnet yoludur, dini doğru anladıkları kabul edilen alimlerin anlama ve yorumlama usulünü uyguluyorum” diyenleri, farklı cemaatleri ve tarikatları ehl-i sünnetten dışlıyorlar, kimilerini tekfir ediyorlar, kimlerine sapkın diyorlar, kendileri ve tabi oldukları imamları da beşer oldukları halde yanılma ihtimalini, kendi anlayışlarından başka bir hakikat ve sahih anlayış olduğunu kabul etmiyorlar.
Bunlar samimi ama cahil ve mutaasıp olanlar. Bir de aralarına sızmış kötü niyet sahipleri var.
İşte dağılıp parçalanmanın, tefrikaya düşmenin, düşmanın ekmeğine yağ sürmenin önemli bir sebebi bu yazıda anlattıklarımdır.
(Konuya devam edeceğim).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.