Her şeyi ben mi yazacağım?
Söylemesi ayıptır, kendisini ilk ben keşfetmiştim. Ortada “Ergenekon” diye bir şey yoktu, henüz telefon kayıtları faş edilmemişti, örgüt toplantılarına ait doküman ve belgeler ek klasörlere girmemişti.
Rutin zamanları idrak ediyorduk.
Memlekette “irtica” tehlikesi vardı. Mürteciler şakır şakır adam öldürüyordu... Danıştay’a “başörtüsü baskını” düzenliyordu... Laikliğimizin yılmaz kalesi Cumhuriyet gazetesini bombalıyordu.
Laik güçlerimiz de bu gidişe “dur” demek için mitingler tertipliyor, “ordu göreve” pankartları açıyor, bazı otellerde bazı “gizli toplantılar” düzenliyordu.
Bu rutin içinde keşfettim kendisini.
İstanbul Barosu’nun geleneksel “hukuk ödülü”ne layık görülmüştü.
Bu ödül biraz tuhaf bir ödüldü. Hukukla ilişkisi sorunlu bir Türk büyüğünün, Mahmut Esat Bozkurt’un adını taşıyordu.
Bir ödül ihdas edilir de, memlekette adam kalmamış gibi, faşizan görüşlere sahip olduğunu övünçle anlatan bir “müddei”nin ismi mi verilir?
Bir savunma makamı olan İstanbul Barosu bunu yaptı işte.
Başka bir şey daha yaptı: Başkanları marifetiyle, “eşitliğin, ancak eşit insanlar arasında mümkün olabileceğini” savundu.
Neyse... Bu “baro”nun ihdas ettiği “hukuk ödülü”, Ömer Faruk Eminağaoğlu adlı genç bir Yargıtay Cumhuriyet Savcısına verildi. Genç savcı, o gün “ödül töreni”ni müteakip çok sert bir konuşma yaptı. Sırasıyla, önce Çankaya’ya, sonra icra organına, ardından parlamentoya giydirdi.
Parlamentoya hitabı biraz tuhaftı; “sen” diyordu: “Anayasa Mahkemesi mi bilecek, sen mi bileceksin!”
Çankaya’yı da, “yargı reformu” diye tutturan uluslararası kuruluşlara tepki göstermemekle suçluyordu.
Bu konuşmayı okuyunca, hemen oturup bir yazı yazdım: “Bir yıldız doğuyor...”
Hakikaten de bir yıldız doğuyordu.
Laik Cumhuriyetimiz, kuşkusuz, çok güzel savcılar yetiştirmişti. Hemen aklıma gelen birkaç isim sıralayayım; Ömer Altay Egesel, Sabih Kanadoğlu, Nusret Demiral, Vural Savaş...
Hepsi de kendi alanında başarılı ve laik Cumhuriyete sahip çıkma konusunda kararlı isimler.
Fakat, hiçbiri Eminağaoğlu kadar celadetli ve dobra değildi...
Kendisiyle, süreç içinde çok müşerref olduk.
Neredeyse her gün basın toplantısı düzenledi. Hükümete, parlamentoya, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılara veriştirip durdu.
Bununla da kalmadı...
Panellere ve televizyondaki tartışma programlarına katıldı, polis operasyonlarına nezaret etti, Ergenekon sanıklarıyla dayanışma görüntüleri verdi, başsağlığı ve geçmiş olsun ziyaretlerine gitti, Ergenekon avukatlarına taktikler verdi.
Her yerde o vardı.
İddianamede de çok sık karşımıza çıkıyor.
Elan “tutuklu” bulunan birçok “Silivri sakini”yle içli dışlı ve ahbap... Sanıklardan biri, “YARSAV’daki adamımız” diyor. Bir diğeri “Koçum Ömer’im” diye gaz veriyor. Bir diğeri kurdukları yeni örgütün müjdesini veriyor.
Bu satırların yazarın dışında da kimse oralı olmuyor.
Bugüne kadar, hiç yazmadıysam, en az yirmi adet “Ömer Faruk Eminağaoğlu yazısı” yazmışımdır.
Kendisini “merkez medya” olarak konuşlandıran basında ve bu basının yazarlarında tek satır yok.
Eminağaoğlu hakkındaki iddiaların ve ek klasörler sızmış bilgilerin hiç mi haber değeri yok?
Hadi diyelim ki, bunlar iddia...
Peki, YARSAV’ın faaliyet kalemleri ve Eminağaoğlu’nun siyasi çıkışlarında da bir anomali yok mu?
Bu gazetelere (bazı yazar arkadaşlara) konu olmak için değerli Eminağaoğlu daha ne yapsın?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.