Ne olacak senin bu halin?
Tek tek geliyorlar... Daha da gelecekler... İlk kafile Habur Sınır Kapısı’ndan giriş yaptı. İster sembolik, ister göstermelik; demek ki oluyormuş, demek ki gelinebiliyormuş...
Kim ne derse desin, tarihi bir olaydır bu.
Muazzam bir başlangıçtır.
Hani, kronik itirazcılarımız, “Nedir açılım? Neye yarıyor? Neyi öngörüyor” diyordu ya...
Bunu öngörüyor işte...
Savaş bitsin, kan dursun, herkes evine dönsün... Biz de işimize gücümüze bakalım.
Denilebilir ki, “Bu kadar basit mi?”
Bu kadar basit...
Hemen aklıma, bir başka tarihi fırsata işaret eden “Düz ovada siyaset” tartışmaları geliyor. Bir “Mehmet Ağar icadı” olarak gündeme gelmişti... Esasında bir Osmanlı raconudur... Kemal Tahir de romanlarında sıklıkla atıf yapar. Dağda halledemediğin “unsurları”, son tahlilde “düze indirip” sisteme katacaksın, daha doğrusu “meşru siyasete” hapsedeceksin. Kurtlarını orada döksün...
Buna ister “etkisiz hale getirmek” deyin, ister “barış” deyin, ister “Türk tipi açılım” deyin...
Maksat hasıl olduktan sonra isimlendirmeler önemini yitiriyor.
Fakat, bu fırsat kaçtı...
Danışmanlarından biri (arkadaşımdır, gururla belirteyim) marifetiyle DYP lideri Mehmet Ağar’ın ağzına düşürülmüştü, “Türkiye Türklerindir” medyası tarafından da epey sulandırılmıştı ama bayağı bir heyecan yaratmıştı.
İsabetli de bir öneriydi.
Bunun, Mehmet Ağar gibi, “şahin” ve hatta “ırkçı” sayılabilecek görüşleriyle temayüz etmiş bir siyasetçi tarafından dile getirilmesi, işi daha da ilginç kılıyordu.
İsabetliydi, çünkü, terörü önlemede tek geçerli yöntem “vuralım, kıralım, parçalayalım” değildi.
Madem terörü ortaya çıkaran nedenler arasında “talepler” önemli bir yer tutuyordu, pekâla “taleplerin siyasete taşınmasına” izin verilebilir, bazı sorunların “hukuk” çerçevesinde tartışılması sağlanabilirdi.
Sonra bir şey oldu...
Çok tuhaf bir şey oldu...
Mehmet Ağar görüşlerinden yüzgeri etti, “Hayır, yanlış anlaşıldım... Onu kastetmemiştim” demeye getiren açıklamalar yaptı.
Bu açıklamayla da kalmadı, “27 Nisan kolpası”na boyun eğerek, Erkan Mumcu’yla birlikte Meclis’ten kaçtı ve bitti...
Bitiş o bitiştir...
Bugün Mehmet Ağar diye biri yok... Erkan Mumcu diye biri de yok... Kolpa siyasetine boyun eğdikleri için bundan sonra da olmayacaklar.
Peki, Mumcu ve Ağar olmayacak da, Baykal ve Bahçeli olacak mı?
Haydi Bahçeli’yi kurtaran kemik bir ideolojik taban var... Her taşın altında “vatan haini” arayarak, her yapılanı “alçaklık ve ihanet” sayarak, iyi kötü siyasetini yürütebiliyor, ırkçı alışkanlıklarından vazgeçmemiş belli bir kitle nezdinde meşruiyetini südürüyor.
Peki, bir “sosyal demokrat” olan Baykal nasıl, hangi enstrümanlarla, hangi siyaset doğrularıyla, hangi çözüm önerileriyle, daha da önemlisi hangi yüzle var olacak?
Demokratik anayasaya karşı...
Kıbrıs açılımına karşı...
Ermenistan açılımına karşı...
Kürt açılımına karşı...
MGK açılımına karşı...
AB’ye karşı...
Eskiden karşı olmadığı ne varsa, tümüne karşı...
İnsanın, “Ne olacak senin bu halin?” diyesi geliyor...
Hakikaten ne olacak?
Bu ülkenin yararına olacak bir şey söyle, bir öneride bulun, yapıcı bir eleştiri getir de, dişimizi kıralım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.