Önce sözünde dur!
Dert bir değil ki! Bir terör sorunumuz var... Bir işsizlik sorunumuz var... Bir “demokratikleşememe” sorunumuz var... Bir Anayasa Mahkemesi sorunumuz var...
Buna bir de kronik “Baykal sorunu”nu eklememiz gerekiyor.
Kendileri, “demokratik açılım süreci”nde, bütün ısrarlara rağmen, görüşmelerden kaçınmış, bununla da kalmamış, ayağına kadar gelmeyi yahut gitmeyi kabul eden Başbakan’ı istiskal eden açıklamalar yapmıştı.
Dün bir gazetede “özel demecini” okudum.
Şöyle diyordu: “Sayın Başbakan etnik kimlik üzerinden açılım yapmaktan vazgeçip insana dayalı demokratikleşme yolunda viraj dönsün, kendisiyle görüşmeye hazırım.”
Bu yüzden kaçıyormuş.
Başka şeyler de söylüyordu tabii...
Kendisini yanlış anlıyormuşuz... “Demokratikleşmeden vazgeçelim” demiyormuş... İnsan hakları açısından dünyanın en demokratik ülkesinde ne varsa bizde de o olsunmuş. Bu konuda katkı yapmaya hazırmış... Fakat, kimliklere dayalı bir siyaset anlayışının “demokratikleşme” diye yutturulmasına da karşıymış... Hiç anayasalar etnik kimliğe göre yazılır mıymış?
Neye göre yazılırmış?
İnsana göre yazılırmış.
Kimliklere dayalı siyaset anlayışını “demokratikleşme” diye yutturan kim, bilmiyorum. Bu yönde bir “önerme” hatırlamıyorum.
Hele, “etnik kimliğe göre anayasa yazımı” diye bir bahis, hiç hatırlamıyorum.
Baykal, muarızlarını önce “müddei” konumuna oturtuyor, sonra da tavır alıyor.
Hedef “demokratik açılım”sa, kimlikler, inançlar, aidiyetler elbette tartışılacaktır.
Demokratikleşmeden vazgeçemeyen, dünyanın en demokratik ülkesinde ne oluyorsa bizde de onların olma
sını isteyen Baykal, etnik kimliğin siyasetin bir parçası olduğunu bilmez mi?
Bilmez olur mu?
Demokratik açılım olacak, ama statüko bozulmayacak.
Demokratik açılım olacak, ama anayasaya dokunulamayacak.
Demokratik açılım olacak, ama etnik kimlik tartışılmayacak.
Demokratik açılım olacak, ama inançlar ve aidiyetler masaya yatırılmayacak.
Baykal, bu mihverde yapılacak tartışmaya karşı olduğunu söylüyor ama, sorun neyi ne ölçüde, hangi mihverde tartıştığımız yahut tartışacağımız değil.
Hiçbir mihverde tartışamıyoruz...
Sorun bu.
Baykal, “dünyanın en demokratik ülkesinde ne varsa bizde de o olsun” diyor ama, “hadi olsun” denildiği zaman kaçıyor. Kaçışını meşrulaştırmak için de, kendince “demokratik baremler” koyuyor: “Bilmem ne virajını dönsünler, konuşalım...”
İyi de, sen “barem” koyacak pozisyonda mısın?
Bu konuda rüştünü ispat ettin mi?
Bugüne kadar hangi virajları döndün?
Kürt kimliğinin “şeref” olduğunu söylüyorsun, kimliklerin tanınması söz konusu olunca, “Ama böyle de olmaz ki...” diye oyunbozanlık ediyorsun.
Darbelerle yüzleşilmesi gerektiğini söylüyorsun, darbelerle yüzleşme ihtimali belirdiğinde “dokunulmazlık” bahanesinin arkasına gizleniyorsun. Bununla da kalmıyorsun, Silivri’ye, şuraya buraya selam gönderiyorsun.
Önce sözünde duracaksın...
Parti programında yazıldığı üzere, darbe anayasasıyla (ve bu anayasanın kurumlarıyla) ödeşeceksin... Darbecilere kol kanat germekten vazgeçeceksin... Hayatın her alanında “özgürlükçü” olacaksın ve “Bu demokratikleşme de nerden çıktı?” demeyeceksin.
Biz de durumuna bakıp, samimi olup olmadığına karar vereceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.