Sivil faşizm, ‘asker gelsin’ demenin kod adıdır!
Darbe yapsınlar, ses etme...
Başbakanı assınlar, ses etme...
Psikolojik savaş planları hazırlasınlar, ses etme.
Ergenekon’a ses etme...
Kafes’e ses etme...
Faili meçhullere, Susurluk’a, JİTEM’e, yargıdaki ideolojik yapılanmaya, parti kapatma davalarına, hukuk dışı içtihatlara... Bunların hiçbirine ses etme, patronunun “vergi kaçakçısı” olduğu tescillenince, “Medya el değiştiriyor, Türkiye sivil faşizme gidiyor” diye feveran et...
Bu “sivil faşizm” tartışması ne zaman başladı?
Ne zaman olacak?
Mutemet adamları genel yayın yönetmenliğinden ayrılınca...
Mahalle baskısını tutturamadılar, “Malezya oluyoruz”dan da bir şey çıkmadı, partiyi de kapattıramadılar, bari “sivil faşizm” olsun...
Peki, ülke nasıl sivil faşizme gidiyor, kimin üzerinde ne tür bir “vesayet” var, hükümete çakma özgürlüğünü tepe tepe kullanan “Baykal yandaşları”ndan kaçının kalemi elinden alındı, içeride kaç muhalif yazar yatıyor, mahkemeler kimleri tecziye etti, tecziye edilenlerin sayısı kaç, kimin tavuğuna kış denilmiş, ne olmuş?
Bunları bilmiyoruz.
Bildiğimiz şu:
Bir beyefendi var... Bu beyefendi birçok günlük, haftalık ve aylık mevkutenin sahibi... Televizyonları var, basın alanı dışında faaliyet gösteren ticari işletmeleri var, 28 Şubat sürecinde “dağıtım karteline” dönüştürdüğü büyük bir “dağıtım şirketi” var... Benzin istasyonları var...
Hem tekel, hem kartel...
Bir ara, imara kapalı arazisi için “imar izni” kovaladı. Başaramadı.
RTÜK yasasını kafasına göre düzenletmek istedi. Başaramadı.
Rafineri kurmak istedi. Başaramadı.
Bankacılık yaptı. Başaramadı.
Fakat başardıkları da var.
Mesela, bir yabancı yayın organına, “1997 yılında ordunun baskısı sonucu istifaya zorlanan İslamcı koalisyon hükümetine karşı benim medya organlarım savaş verdi...” demişti.
Bunu başardı işte...
Tarihe “postmodern darbe” olarak geçen 28 Şubat sürecinde, beyefendinin adamları şu türden başlıklar atıyordu: “Topyekün savaş”, “İşi bu defa silahsız kuvvetler halletsin”, “Paşa Başkan’ı hizaya soktu”, “Vay şerefsiz...” (Sonuncusu, ülkeyi terk etmek zorunda kalan Ahmet Kaya için söylenmiştir.)
Bu başarı, süreç içinde, TEDAŞ olarak döndü, POAŞ olarak döndü, ihale olarak döndü, benzin istasyonu olarak döndü...
Döndü de döndü...
Böyle olunca, beyefendi siyasete hiza ve istikamet vermekle görevli sanmaya başladı kendini.
Bütün hükümetler, koşulsuz, “grubuna” biat etmeliydi; “kâğıt ticareti suistimali”, “vergi borcu” gibi sudan gerekçelerle karşısına dikilmemeliydi.
Bir dediği iki edilmemeliydi.
İstediği ihaleye girebilmeliydi.
İstediği araziye, istediği tesisi kondurabilmeliydi.
İstediği sayıda televizyonu yayına sokabilmeli, istediği kadar gazete ve derginin sahibi olabilmeliydi.
Kartel yasaları kendisine karşı işletilmemeliydi.
Sonra ne mi oldu?
Beyefendi “vergi borcu” yüzünden küçülme kararı alıp, mutemet adamını da kurban verince, “sivil faşizm” tartışması başladı.
Bu tartışmayı alevlendirenlerin tamamı, maaşa bağladığı adamlardan oluşuyor. Bunu bilin...
Şunu da bilin: “Ülke Sivil faşizme gidiyor” demek, “asker gelsin” demenin kod adıdır...
Bilin ve “söylenenleri” fazla ciddiye almayın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.