Parola, işaret, balyoz!
Türkiye, 22 Şubat 2010 sabahına uyandığında, önce Taraf gazetesinin sürmanşetine yansıyan bir küstahlığa şahit oldu sonra ilerleyen saatlerde gelen general gözaltılarıyla bir başka heyecan dalgasıyla karşılaştı. Önce küstahlık.
Evet küstahlık.
Parola - İşaret küstahlığı!
Parola: Adi! - İşaret Başbakan!
Erdek Deniz Üs ve Garnizon Komutanlığı yapmış bunu.
25 Ocak 2010'da, bir aylık bir parola-işaret düzenlemesi yapmış.
Altında Erdek Deniz Üs Komutanı Deniz Kurmay Kıdemli Albay Bülent Keçeci ve İdari Üs Çavuş Çağrı Güler'in imzaları var. 3700-76-10 resmi numarasıyla "Gizli" damgası vurularak birliklere gönderilmiş.
Parola-İşaret düzenlemesi Erdek Mayın Filo Komutanı Tümamiral Atilla Kezek'in bilgisine de sunulmuş. Gazetenin Mehmet Baransu imzalı haberine göre, "Resmi yazıda Tümamiral Kezek'e bu bilginin sunulduğu açıkça görülüyor."
Şubat ayı içerisinde kullanılmak üzere, siyasetten spora birçok alanda anlamlı parola ve işaretler belirlenmiş.
Bu parola-işaret düzenlemesinin skandal boyutu, tam da 22 Şubat 2010 tarihine rastlayanı...
Bu tarihin parolası "Adi", işareti "Başbakan."
Nöbetçiye yaklaşıyorsunuz, nöbetçi parola olarak "Adi" diye sesleniyor, siz işaret olarak "Başbakan" diye cevap veriyorsunuz.
Başbakan, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde böyle anılıyor.
Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı.
Böyle bir hakareti, herhangi bir ülke yapsa, diplomatik cinayet sayılır.
Ama kendi ülkesinde Başbakan'a böyle hitap edilebiliyor.
Bu böyle gider mi?
Erdek'te yaşanan bu çirkinlik, Ankara'da Genelkurmay'ı ilgilendirmiyor mu?
Bu bilgi medyaya yansıdıktan sonra, Başbakan'la Genelkurmay Başkanı buluştuklarında ne konuşurlar?
3'üncü Ordu Komutanı, sokaklarda askeri araç yürütüyor.
Sonra, Genelkurmay adına sade suya tirit bir açıklama...
İnsanlar, böyle bir işin Sincan'la bağlantısını kurmazlar mı? Böyle bir bağlantının kurulacağını, 3'üncü Ordu Komutanı bilmez mi, bunun böyle algılanacağını Genelkurmay Başkanlığı bilmez mi?
Ergenekon sadece yargının konusu mu?
Ve iş geldi Balyoz harekâtı dolayısıyla generallerin gözaltına alınması noktasına...
Ne olacaktı, o Balyoz planı kocaman bir bavulla yargının önüne geldikten sonra?
Genelkurmay Başkanı'nın "Sabrımız taşıyor" sözleri her şeyin üzerine bir bardak su içmeye yetecek miydi?
"Bildiklerimizi açıklarız" sözü, Balyoz planı iddiasının cevabı olabilir miydi?
Gerçekten Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde sağlıklı gitmeyen bir durum var.
Bir ay öncesinden Başbakan'ı "Adi"likle suçlayan bir parola-işaret çizelgesi hazırlanacak, kendi bünyesinde hazırlanan bu işi, cenaze töreninde öfke beyanatları veren Deniz Kuvvetleri Komutanı görmeyecek, Genelkurmay görmeyecek, iş ancak bir gazetenin manşetine çıkınca soruşturma açılacak.
Olur mu bu?
Hafta sonu Konya'daydım. MÜSİAD'ın düzenlediği toplantıda. Gündemi değerlendirdim. Gündem içinde yargı ve askerin yıpranması konusu da vardı.
Dinleyicilerin soruları bölümünde, komando olarak görev yapan bir kişi, "Asker neden yıpratılıyor" sorusunu sordu.
Ben, önce ordunun bir ülke için hayati değerini anlattım, sonra yıpranma ve güven kaybı konusuna geldim ve "İçeriden-dışarıdan birileri orduyu yıpratmak için çaba sarf etseler bile bu, buna imkân veren malzeme olmadığı takdirde boşlukta kalmaya mahkûm olur, hatta orduya güveni artırmaya bile sebep olabilir" dedim. Sonra da, "Asker kişilerin ordu adına yaptıkları şeylerdir asıl orduyu yıpratan" ifadesini kullandım. "Ordu halkın seçtiği insanlara darbe yaparsa yıpranır dedim. Ordu, başörtüsü yasağının arkasında durursa yıpranır dedim. Oğlu orduevinde evlenen bir anne, kılık-kıyafeti sebebiyle tel örgülerin dışında kalırsa, o annenin gönlünde bir yıpranma yaşanır" dedim.
Genelkurmay'da işin ciddiyeti anlaşıldı mı, doğrusu bilemiyorum. İşin, kontrolden çıkmış odakların çarpık işlerine kadar vardığı görülmüyorsa, bundan en çok TSK zarar görür.
Bana göre Cumhurbaşkanı da, Başbakan da, "ordunun itibarı"nı, en az ordu mensupları kadar düşünürler. Ordu herkesin ordusudur çünkü. Herkesin güvenliği ile ilgili bir kurumdur çünkü ve Cumhurbaşkanı da, Başbakan da, Hükümet de, ülke savunmasını namus meselesi bilirler.
Gerek Ergenekon bünyesine girenler, gerek şu "Adi" ve "Başbakan" çirkinlikleri, sadece "Bilgi sızması" boyutunda ele alınabilecek işler midir?
Normalde, tam demokratik bir ülkede, Cumhurbaşkanı ve Başbakan, şu yaşananlar karşısında, çok daha radikal sorgulamalar yaparlar.
Şu anda Sayın Başbuğ'un önüne konacak soru:
-Ne bu" sorusudur.
Bu sorulmuyorsa, gerçekten Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ve onun komutanının itibarına gösterilen itinadandır.
Ama Sayın Başbuğ'un da, milletin kafasını allak bullak eden bu olaylar karşısında kabul edilebilir bir açıklama ve icraatı ortaya koyması gerekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.