Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Hasan Cemal’i nasıl harcadım?

Hasan Cemal’i nasıl harcadım?

Hasan Cemal’in “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim” ve “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” kitaplarını çok sevmiştim.

Öncesinde, “Tank sesiyle Uyanmak” ve “Demokrasi Korkusu” vardı.

İkisi de “günlük” tarzında tasarlanmış...

Okurken çok şey öğreniyorsunuz.

Ben de, kendi adıma, çok şey öğrendim... “Barış ve huzur ortamını tesisle” gelen “12 Eylül” darbesinin nasıl bir “huzursuzluk” ortamına elverdiğini, “devlet iktidarı” adı verilen kırılmaz yapının anayasal güvencelerle nasıl bir kez daha muhkemleştirildiğini, “siyaset kurumu”nun nasıl “çözüm mercii” olmaktan uzaklaştırıldığını ve nihayetinde demokrasinin niçin bizden uzak bir “yapı” olduğunu bu iki kitap sayesinde öğrendim...

İzniyle, “Hasan abi” demek istiyorum.

Ergenekon taifesinin “İlhan abisi” varsa, bizim de bir “Hasan abimiz” olsun...

Hasan abi, hayatındaki kırılmalara, apaçık yanılmalara, hatta (kusuruma bakmasın) bükülmelere rağmen, kendisini “abi” kılacak zihni sarahate ve vicdani kanaate hep sahip oldu.

Biz, sanat ve edebiyat meseleleriyle de “halleşebilen” bir grup “öteki mahalleli”, memlekette olup bitenleri anlama cehdiyle, Hasan abinin yönettiği Cumhuriyet gazetesini okurduk.

Cebimizde taşırdık.

Belediye otobüsünde, vapurda, banliyö treninde çarşaf gibi açardık...

Şiar Yalçın’ın bulmacalarına varıncaya kadar, neredeyse her satırını didik didik ederdik. İlhan Selçuk, henüz içindeki “9 Mart cevheri”ni çıkarmamıştı. Uğur Mumcu bildiğiniz gibiydi. Cengiz Çandar İran’dan taze heyecanlar taşırdı. Ergun Balcı ve Şahin Alpay “görgü”yle bakardı... Oktay Akbal’ın mücrim seçkinciliği o kadar da rahatsız etmezdi.

Bir statü göstergesiydi o zamanlar Cumhuriyet.

Bir pozisyon ilamıydı.

Hatta bir duruş resmiydi.
Darbenin sillesini yemiş bir grup öfkeli adam, İttihat ve Terakki’den kalma köhne binada, köhne binanın çirkin beton müştemilatında harikalar yaratırdı.

Sonra bir şey oldu...

Darbeye ve militarist kabullere direnen bu gazete gitti, şartlı demokrasi savunusunu “ilerlemecilik” sanan, işkencecisini anlayan ve kollayan yazılar yazan, bombacısıyla ödeşmeyi reddeden, milliyetçi muarızlarıyla aynı hedefe ateş eden adamların yekûn tuttuğu başka bir gazete geldi.

Bütün numara Hasan abiymiş, bunu anladık.

Hasan abinin Özal’lı erken hidayeti ve 28 Şubat’taki “savruluşu” ise bahs-i diğer...

Darbeyi tedvire memur odaklarla, siyaset kurumu arasında nafile bir korelasyon arayışına girişti... Yanıldığını anladı... “Dün, üst düzey bir komutan beni aradı, dedi ki...” diye başlayan yazılar yazdı. Sonradan nadim oldu... “Takıyye” sözcüğünü gündelik siyaset diline sokmak gibi “oryantalist yancılıklar” yaptı. Fena halde şişti... Lütfedip beni arasaydı, bilgi kaynağının çürük ve manipülatif olduğunu, “takıyye” ile “maslahat”ı karıştırdığını ona anlatırdım.

Hasan abi umur görmüş adamdı.

Postmodern darbecilerin iğvasına da kapılmadı.

Hiçbir andıçı, hiçbir linç girişimini, hiçbir provokasyonu desteklemedi.

Bilakis, linç girişimlerine karşı insaf çizgisinde durdu ve “susturulan meslektaşlarını” savundu.

Dolayısıyla, dünkü yazımın muhatabı Hasan Cemal değildir.

Karargâh çıktılarından haber kotaran, ballandıra ballandıra Paşa’nın Başkan’ı nasıl hizaya soktuğunu anlatan, attıkları manşetlerle faşizan linç ikliminin oluşmasına katkı sağlayan “yaratıcı gazeteciler” dururken, Hasan abiye sıra gelmez.

Kaldı ki, dün ne yaptığınız değil, bugün nerede durduğunuz önemlidir.

Hasan abi hep makul yerlerde durdu.

Bugünkü yeri de, Allah bozmasın, çok iyi bir yer...


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi