Sen özrünü dile, belki kabul ederiz!
Bir insan, gerçekte normal bir insansa, belli odakların gönüllü ya da gönülsüz “sözcülüğünü” yapmıyorsa, dürüstse, vicdan taşıyorsa, gelecek kuşaklara “şerefli bir miras” bırakmak istiyorsa, çıkıp “Böyle bir yazı yazdım, ayıp ettim, töhmet altında bıraktıklarımdan ve Türk halkından özür dilerim” der.
Bunu demediği sürece, bundan sonra söylediklerinin ve yazdıklarının hiçbir kıymeti olmayacaktır.
Danıştay cinayetinden söz ediyorum...
Bu cinayeti müteakip, yapılan yorumları ve cenaze töreninde yaşananları hatırlayalım:
Kendisini “merkez”de gören gazeteler “ezberletilmiş” gibi “türban cinayeti” başlığını attılar.
Laiklik hassasiyeti yüksek Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer, işi irticaya bağladı.
Baykal, katilin hükümetten cesaret aldığını söyledi.
Bu gibi durumlar için elinde “hazır bir konuşma metni” bulunduran hazirun, “laikliğimizin zayıflatılmaya çalışıldığı, buna izin vermeyecekleri, sonuna kadar mücadele edecekleri” yönünde yürek paralayıcı açıklamalar yaptı.
Laiklerimiz galeyana geldi...
Cinayete kurban giden hâkimin cenaze töreninde arbede yaşandı...
Hükümet temsilcileri yuhalandı... Muhalefet temsilcileri yuhalandı... Bürokratlar yuhalandı...
Baykal da yuhalananlar arasındaydı...
İş çığırından çıktı, “siyaset kurumuna” yönelik açık bir yıpratma kampanyasına dönüştü.
Bir “acul” da çıktı, bu olayın “Türkiye’nin 11 Eylülü” olduğunu yazdı.
Hiç utanmadı...
Daha önce de utanması ve nedamet getirmesi gereken işler yapmıştı.
Mesela, eline tutuşturulan “andıç” belgesini yayınlayarak, meslektaşlarını suç örgütlerine hedef göstermişti. Hrant Dink ve Orhan Pa
muk’u açığa düşüren ve dolayısıyla hedef haline getiren yayınlar yapmıştı. Biricik suçu kendi dilinden şarkı okumak olan Ahmet Kaya’yı terör örgütüyle işbirliği içinde göstermiş, bununla da yetinmemiş, arkasından “Vay Şerefsiz” diye ünlemişti. Parlamentodan çıkan anayasa değişikliğini, “411 el kaosa kalktı” başlığıyla duyurarak, yasama organını “kaosun kaynağı” ilan etmişti.
Marifeti saymakla bitmez...
Danıştay cinayetini de, hiç utanmadan, “dini terör”e bağladı.
Hafızasızlığımıza güvenerek, kendisini salimen dere kenarına attı, eylemlerini unutturmaya çalışıyor ama, tarihin ve vicdanların yargılamasından kurtulamayacak.
İşte TÜBİTAK’ın Danıştay cinayetine ilişkin raporu...
Nasıl oluyorsa, cinayet günü, Danıştay binasındaki güvenlik kameraları bozuluyor.
Hayır, bozulmuyor...
Kamera kayıtları, OYAK’a bağlı güvenlik şirketi tarafından siliniyor.
Tesadüfe bakın ki, Sıhhiye Orduevi’nin Danıştay binasını gören kameraları da cinayet günü bozuluyor.
Bu nasıl oluyor?
Danıştay’ın güvenliğini sağlayan OYAK’tan herhangi bir açıklama gelmedi.
Komşu kameraların sahibi olan kurumdan da herhangi bir açıklama gelmedi.
Herkes susuyor...
Sezer susuyor, Baykal susuyor, yüksek yargı mensupları susuyor, laik nümayişçilerimiz susuyor, merkez medya susuyor, “Ergenekon sulandırıcıları” susuyor.
Ben hassaten, “Bu olay Türkiye’nin 11 Eylülüdür” diyen arkadaşın konuşmasını istiyorum.
Dediğim gibi, normal bir insansa, belli odakların gönüllü ya da gönülsüz sözcülüğüne yapmıyorsa, dürüstse, vicdan sahibiyse, çıkıp konuşur, efendice özrünü diler...
Biz de kabul edip etmeyeceğimizi düşünürüz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.