Hem ağzı bozuk, hem fikri bozuk!
Bu Kemal Kılıçdaroğlu mevzuu bir süre daha devam eder, sonra hayat normale döner...
Heyecanlı tartışmaların yerini de, dileriz, daha serinkanlı değerlendirmeler alır...
Kılıçdaroğlu nedir?
Bir umuttur.
Etro gömlek giymekte, Silhoutte marka gözlük takmakta, bütün bu pahalı zevkleri altıgen kasketin altında kamufle ederek “yoksulluk edebiyatı” yapmaktadır ama yine de umuttur.
Bir türlü sandıktan çıkma becerisi gösteremeyen, sürekli askeri darbelere bel bağlayan, çıkar yol olarak Ergenekon’un avukatlığına (bile) soyunan sosyal demokrat kesim açısından da “umut”tur.
Siyaset açısından da umududur.
Umulur ki, Kılıçdaroğlu’nun tarzı siyaseti, “siyaset kurumu”nun biricik çözüm mercii olduğu gerçeğini zihinlere kazırve siyaset dilini normalleştirir.
İktidar partisi kaybetse de, sonunda siyaset kazanır.
Siyasetin kazanması, halkın kazanmasıdır.
Halkın kazanması, Türkiye’nin kazanmasıdır.
Fakat işte, “siyasi illüzyon” daha ilk günden teslim aldı Kılıçdaroğlu’nu.
Mehmet Faraç, Nuran Yıldız, Süheyl Batum gibi cedelci unsurlarla mı siyaset kurumuna itibarını iade edecek? Önder Sav ve Şahin Mengü’yü hatta tutarak mı özlenen normalleşmeyi gerçekleştirecek?
Partizan medya mensupları söyleyeceklerimi “polemik” cehdiyle girişilmiş bir karalama çabası olarak yorumlayabilir ama, siyaset üzerinde düşünen, buradan “sonuçlar” çıkaran bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak uyarı görevimi yerine getiriyorum.
İster dinlerler, ister dinlemezler...
Kılıçdaroğlu tarzı siyaseti, başlangıçta, “empati” üzerine bina edilmişti. En azından biz böyle görüyorduk. Hemen mahkûm etmeyen... Anlayan... Sezar’ın hakkını Sezar’a ve
ren... Karalamayan...
Kılıçdaroğlu kurultay konuşmasında bir karalama destanıyla çıktı karşımıza: “Beceriksizler” dedi, “Zavallılar” dedi, “Ali Dibo” dedi, “Havuzlu Köşk” dedi, “Kalpazanlar” dedi, “Çıkar çeteleri” dedi, “Yandaş medya” dedi...
Şunu dedi, bunu dedi...
Dedikçe ve alkış aldıkça iyice cıvıklaştı, işi münasebetsizce “Recep Bey” muhabbetine döktü.
Bir de hamaset...
Hamaset, hızla terk etmemiz gereken bir “siyaset etme biçimi”dir.
Söyleyecek sözü olmayan, bir “kurtuluş reçetesi” sunamayan, halkın talepleriyle yüzleşme cesareti bulunmayan siyasetçiler açısından da “kurtarıcı” bir yordamdır.
Kılıçdaroğlu bol bol hamaset yaptı...
Mesela, “Kuva-yı Milliye’den geliyoruz” dedi “Mustafa Kemal’den geliyoruz” dedi... “Başkomutanlık’tan geliyoruz”, “Müdafaa-i Hukuk’tan geliyoruz”, “Anafartalar’dan geliyoruz” dedi...
Kuva-yı Milliye Kılıçdaroğlu’nun babasının tapulu malı değildir.
Bu bir...
Müdafaa-i Hukuk’la CHP’nin bir alakası bulunmamaktadır... CHP, Meclis içindeki bir “hizip”ten neşet etmiştir. Bu hizbin müntesipleri, kendilerine haksız bir biçimde “Müdafaa-i Hukuk Grubu” adını vermişlerdir ve denilebilirse, rol çalmışlardır.
Bu iki.
Mustafa Kemal Atatürk referansı, CHP’nin tekelinde değildir.
Bu üç...
Birçok şeyi bilmediği izlenimi veren Kılıçdaroğlu, maalesef tarihimizi de bilmiyor: “Anafartalar”ın Türkiye Cumhuriyeti’yle bir alakası yoktur. Çanakkale Savaşları içinde bir “cüz” olan Anafartalar, Osmanlı ordusu mamulatıdır ve CHP’nin oradan gelme ihtimali bulunmamaktadır.
Bu da anlayana dört olsun...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.