Salaklar için Anayasa Mahkemesi
Raportör, “Henüz yürürlük kazanmamış anayasa değişikliğinin neresini görüşeceksiniz? Bu işi millete bırakın...” diye raporunu verdi.
Bu raportörler böyledir...
Tuhaf insanlardır.
Tuhaf laflar ederler.
Mesela, “hukuk” derler, “hukukun üstünlüğü” derler, “egemenlik hakkı” derler, “meşruiyet” derler, “meşruiyetin kaynağı” derler. Sonra, yasanın amir hükmünü hatırlatıp yargıyı yapıştırıverirler: “Anayasa Mahkemesi şekil şartları yerine getirilmiş anayasa değişikliği üzerinde tasarruf hakkına sahip değildir.”
Bu ne demek?
Şu demek:
Şu an Anayasa Mahkemesi’nin önünde bekleyen anayasa değişikliği paketinin, hiç açılmadan (tabii herhangi bir “şekil kusuru” yoksa), derhal ve acilen iade edilmesi gerekiyor demek...
Fakat, böyle olmayacak.
Mahkeme, şekil şartları yerine getirilmiş paketi bir güzel açacak, maddeleri masaya yatıracak, “Şuna değdi, buna değmedi” diyerek değişikliğin tümü üzerinde bir görüş ortaya koyacak.
Daha doğrusu, “şekilden girip, esastan çıkacak...”
Hadi daha açık söyleyelim:
Paket hakkındaki düşüncesi ne olursa olsun, ortaya ne tür bir karar çıkarırsa çıkarsın, Anayasa Mahkemesi meseleyi “esastan” görüştüğü an suç işlemiş olacak. Paketi, esas denetiminden sonra, referandum için aynen iade etmesi suçu ortadan kaldırmıyor.
Hüküm açık çünkü:
Hangi şeraitte olursa olsun, Anayasa Mahkemesi esasa giremez. Esasa girdiği an, kuvvet erkleri arasındaki dengeyi (eşitliği) bozmuş, “kendisi lehine bir hiyerarşi yaratmış” olacaktır.
Bu da dünyanın her yerinde suçtur.
Üstelik, ortada “esas” denetimini haklı gösterecek bir durum da yok.
Hadi başörtüsüne üniversitelerde özgürlük tanıyan anayasa değişikliğini, başlangıç maddelerine atıf yaparak görüştüler ve iptal ettiler...
Esasa girmemeleri gerekiyordu, girdiler hadi...
Peki, hiçbir surette başlangıç maddelerini ilgilendirmeyen anayasa değişikliği paketini neye istinat ederek esas denetimine tabi tutacaklar?
Bu nasıl olacak?
Bu olmayacak işte...
Daha doğrusu, bu olmamalı...
Mahkeme esasa girdiği an hem “fiili durum” yaratmış olacak, hem de kendisini “kurucu irade” yerine koymuş olacaktır.
Ki, yapılan işin literatürdeki adı “yargı darbesi”dir...
Tamam, anayasa yargısı organları öncelikle siyasi kurumlardır, verdikleri kararlar şu ya da bu şekilde siyaseti ilgilendirmektedir (siyaseti tanzim etmektedir) ama ortaya çıkan kararlar, yönü ve mahiyeti ne olursa olsun, mutlaka hukuka istinat etmelidir, “hukukun üstünlüğü” ilkesiyle çelişmemelidir.
Dün, hukuk işlerinden anlayan bir arkadaşımla hasbihal ederken (ismi lazım değil, ünlü bir kişidir), dedim ki, “Ben salağım... Bu işlerden hiç anlamıyorum. Son durumu benim de anlayacağım bir şekilde, basit cümlelerle özetleyebilir misin?”
O da tutup, yukarıda okuduğunuz satırları anlattı.
Bir de ilavede bulundu...
Dedi ki, “Eskiden Anayasa Mahkemesi kararlarının yol açacağı kaotik durumu ölçebilirdik... İlk kez karşımızda ölçülemez, sonucu kestirilemez bir durum var. Referandum süreci tıkanırsa, oluşacak kaos ülkeyi tahmin edilemez sıkıntılara sokacaktır. Resmen siyaseti bitirecektir. Darbeden daha beter bir haldir bu...”
İletiyorum...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.