Menderes, Özal ve Erdoğan’a biçilen kefenler!
Rahmetli Adnan Menderes, başta Ethem Menderes olmak üzere yakınlarına, Türkiye’de siyasete soyunmanın delilik olduğunu tekrarlarmış. Özellikle 27 Mayıs 1960 darbesine uzanan son aylarda, ölümden, öldürülmekten ve kendisine biçilen kefenden sıkça söz etmeye başlamış. (Ş.S.Aydemir Menderes’in Dramı)
Ve hepimizin bildiği gibi, Adnan Menderes’e, 1961 yılında, yani henüz 62 yaşındayken, çok önceden, karanlık odalarda, cılız ışıkların güç bela aydınlattığı kuytularda, sırtlan sırtlan gülenlerin biçtiği kefen giydirildi ve darağacında son nefesini verdi.
Bu, “ülkenin gerçek ve asıl sahibi bizleriz...halkın oyları da neymiş?!” diyenlerin, demokrasiye ödettiği ilk büyük bedeldi.
Yıllar sonra, rahmetli Turgut Özal, ANAP’ı kurup siyasete atıldığında, “iki gömlek aldım yanıma. Bunlardan birini, seçildiğimde TBMM’ye girdiğim gün giyeceğim. Diğerini ise, idam sehpasına çıkarken sırtıma geçireceğim!” demişti.
Özal, idam sehpasında rahmetli olmadı ama nasıl öldüğü bugün hala tartışılıyor. Zehirlenerek öldürüldüğünü söyleyenlere en son ailesi de katıldı.
Özal’ın nasıl ya da neden öldürüldüğü tartışmaları ve konuyla ilgili varsayımlar, doğru yanlış, bir yana, siyasete soyunan, devlete bir ömür boyu hizmet etmiş bir kişinin, tıpkı rahmetli Menderes gibi, asılmaktan, öldürülmekten söz etmesi ve bu kaygısını dile getirmesi, insanın yüreğini kanatıyor.
Şimdi de Tayyip Erdoğan, benzer bir kaygısını dile getiriyor, Menderes gibi kefen giyerek yola çıktığını ve kimseden korkmadığını söylüyor.
Evvelsi gün Menderes, dün Özal, bugünse Erdoğan.
Demek son 60 yılda, demokrasi olarak pek da fazla bir mesafe kaydedememişiz.
Erdoğan, “kefeni” gündeme laf olsun diye getirmiyor.
Kaygısını dile getiriyor; kendisine yöneltilen kimi gizli kimi açık tehditlere meydan okuyor.
Bu arada, Kılıçdaroğlu’nun “sana kimse kefen giydiremez... Birisi giydirirse, gel kardeşini bul. Önce mücadeleyi ben vereceğim,” demesi beni gülümsetti, ister istemez. Çünkü gerek 1960, gerekse de Özal döneminde, tıpkı bugün olduğu gibi, tehdit demokrasinin vesayet altında olmasını isteyenlerden geliyordu. Kemal Bey de çok iyi bilir, kimin kimlere kefen biçtiğini. Onun için, mücadeleyi şimdi başlatsa, biçip dikme işlemlerinin sonunu beklemese daha iyi olur. Demokrasi kuşu tek kanatlı olmaktan kurtulur!
Tatil yerlerini şöyle bir gezin hele
Türkiye’de “irtica hortladı”, gibi zırvaları sık sık gündeme getirenler, şöyle bir tatil beldelerine uzansalar, bu tür lafları, nasıl olup da söylediklerine şaşırırlar.
Geçen hafta sonu Alaçatı’daydım.
Yerli turistlerin kum gibi kaynadığı, sokaklarda insanların omuz omuza yürüdüğü, lokantaların tıka basa dolduğu, kumsalların insan, koyun tekne kaynadığı bir kasaba. Çeşme’yle iç içe girmiş; bütünleşmiş.
İnsanlar, yiyor, içiyor, gülüyor, eğleniyor, yazın keyfini çıkarıyor.
İmren Han’ın önüne, 1062. sokağın köşesine, gölgeye iskemle attım. Gözümde kara gözlükler insanlara bakıyorum, onların keyfini paylaşmaya çalışıyorum bir başıma. Kısa sürede çevremde iskemle atanlar çoğaldı. Başladık havadan sudan, Galatasaray’dan, denizden, gölgeden, hanımlardan, gençlerden, yaşlılardan söz etmeye.
Kimse YAŞ kararlarından söz etmiyor.
Referandum bir kez gündeme geldi, herkes, efendi gibi fikrini söyledi, sonra Bucaspor ligde kalır mı düşer mi muhabbetine soyunduk.
Bu arada önümüzden mayolu hanımlar, eşleriyle el ele, bikinili genç kızlar gelip gelip geçiyor. Ne sesini çıkaran var, ne başını çevirip bakan.
Bu anlattığım salt Alaçatı’ya özgü değil.
Türkiye’nin hemen hemen bütün tatil kıyı köşelerine gidiyorum hafta sonları. Dediğim gibi kimse kimsenin tavuğuna kış demiyor.
Kimse günlük siyasetten söz etmiyor.
Kimsenin ciddi anlamda ne bir kaygısı var ne de korkusu, yarınıyla ilgili.
Ha kimi ihracatçılar TL’nin çok güçlü olmasından yakındı. Sanayicilerse mutlu; ithalatta TL’nin güçlü olması işlerine geliyor elbet.
Referandumda “evet” çilerin sayısı “hayır”cılardan daha fazla. Ama kimse kimseye “sen niye evet diyeceksin?” ya da “hayır denir mi ulan?!” demiyor. Yani herkesin herkese saygısı var.
Kahvelerde konuşuyorum insanlarla, otel lobilerinde, lokantalarda, dükkanlarda, küçük AVM’lerde...bir tek Allah’ın kulu çıkıp da “şu irtica sorunu yok mu...beni fena ürkütüyor...” demedi!
Geçtiğimiz hafta sonu, Alaçatı’da, “irtica” lafı, o da çok ilginç bir biçimde gündeme geldi. Çeşme’de bir kadının, denize haşemayla giren muhafazakar bir hanımı taciz etmesi, kolundan tutup sudan çıkarmaya çalışması eleştirildi. Ben konuyu duymamıştım bile. Albay emeklisi Haşmet Kanlıcalı, bu konuya son noktayı pek güzel koydu:
“O kadının kendisine saygısı yok ki, denize inançları doğrultusunda giren hanıma olsun!”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.