Tarih sanatçıları değil seni yargılayacak!
Buyurmuş ki, “Sanatçı aykırı olmalıdır. Anayasa değişikliğine evet denmemelidir. Tarih bu sanatçıları yargılayacak...”
Bunu diyen Kemal Kılıçdaroğlu.
Dün gece Fatih Altaylı’ya konuşurken ağzından kaçırdı ve referandumda evet oyu kullanacağını açıklayan sanatçıların (Sezen Aksu’nun, Orhan Gencebay’ın, Orhan Pamuk’un) tarihin yargılamasından kurtulamayacaklarını söyledi.
Hazır yeri gelmişken, Kılıçdaroğlu’nun televizyon performansıyla ilgili birkaç cümle sarf edeyim:
Rahat konuşuyordu, sorulara “sükûnet dairesinde” cevap veriyordu, sabırlıydı, mevzudan habersiz insanlara “Bu adamın bildiği bir şey var” dedirtiyordu ama antipatikti.
BİR- Peş peşe onlarca yalan söyledi ve bunun fark edilebilme ihtimali karşısında bozulmadı bile. Belli ki yalanı bir alışkanlık, bir “siyaset yordamı” haline getirmiş...
İKİ- Anayasa değişikliği konusunda bir türlü esasa gelemedi... “Kayısı, fındık” filan demedi ama hep muhayyel faşizmlerden söz etti? Bu değişiklik, nasıl oluyor da 12 Eylül anayasasından da beter bir sıkı düzeni getiriyor? Bunu anlatamadı.
ÜÇ- Başörtüsü meselesiyle ilgili “Biz çözeriz”den öte dişe dokunur bir şey söylemedi. Özgürlükler bahsine hiç girmedi. Kürt meselesini geçiştirdi. Hakkındaki iddialara dönüp bakmadı bile.
DÖRT- Başbakan’ın üslubundan yakındı, kendisine yönelik benzetmelerden dolayı özür beklediğini söyledi ama “Recep, haramzade, kalpazan, koca kulak” laflarını hiç hatırlamadı.
BEŞ- Program boyunca “efendi adam”ı oynadı. Bunu bir parça yedirdi... Konu referanduma gelince birden içindeki cevheri çıkardı ve tahammülsüz Kılıçdaroğlu oluverdi.
Bunu “altı”, “yedi” diye uzatabilirim ama gerek yok...
Bir fenomenle karşı karşıyayız.
Bugüne kadar böylesi gelmedi. Kolay kolay da gelmez... Sanatçılardan “aykırı” olmalarını bekliyor, “anarşist bir aziz” gibi konuşuyor ama dönüp kendi durumuna bakmıyor... Kim olduğunu, nasıl bir örgütün başında bulunduğunu hatırlamıyor.
Bilmeyen de, statükolarla ödeşmesini tamamlamış, sivil, özgürlükçü, sistem kaçkını bir aktivist sanacak.
Sanatçı elbette “aykırı” olmalıdır, elbette “yeni şeyler” söylemelidir, elbette “genelgeçer kabulleri” sarsmalıdır da... Bakalım kendisi bunları vazetme konumunda mı?
İnsanın şöyle diyesi geliyor:
Biraz da sen aykırı olsan...
Biraz da sen genelgeçer kabulleri sarssan...
Darbeleri, muhtıraları, andıçları, Ergenekon’ları, Balyoz’ları desteklemesen... Silivri’ye selam gönderme huyundan vazgeçsen... Statükolarla ödeşsen... Mütemadiyen devletin söylediklerini tekrarlayıp durmasan... Devletin tepesine çöreklenmiş oligarklardan rahatsız olsan ve bundan kurtulmanın yollarını arasan... Dersim’i, Kürt meselesini, Faili meçhul cinayetleri mesele edinsen ve birazcık “solcu” olsan... “Devrimin koşulları içinde Dersim’de olup bitenler normaldir” şeklinde cümleler kurmasan... Özgürlüklere sahip çıksan... “Kürt” ve “Alevi” sözcüklerini ağzına almaktan korkmasan...
Kaldı ki, aykırı olmamakla suçladığın sanatçılar, tam da “aykırı işler” yaptıkları ve devletin dili dışında yeni ve “özgürlükçü bir dil” geliştirdikleri için bugün “Sazan” diye aşağılanıyorlar, aymazlıkla suçlanıyorlar, deve kuşuna benzetiliyorlar, toplu linç gösterilerine maruz kalıyorlar, darbeci generaller tarafından “vatan haini” ilan ediliyorlar, ölüm listelerine alınıyorlar...
Neden bu konularda bir itiraz cümleni hatırlamıyoruz?
Neden Ergenekon’u sahiplenirkenki celadetini göremiyoruz?
Evet, kimse tarihin yargılamasından kurtulamaz...
Ama tarih bu sanatçıları değil, Türkiye’yi özgürleştirecek anayasa değişikliğine karşı çıktığın için seni yargılayacak...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.