Vatan yahut Preveze
Hiçkimsenin oturup da okumadığı ama mektep medrese görmüş ya da görmemiş herkesin papağan gibi adını ezberlediği şu ünlü oyun var ya, "Vatan yahut Silistre"...
Oradaki yahut, "bu oyunun adı şudur ya da budur" anlamına gelir.
Yani, "bu oyunun adı yalnızca Vatan'dır, tek kelime, ya da isterseniz, daha çok beğenirseniz Silistre'dir, tek kelime" demektir.
Ama biz hürrp diye bir solukta ezberlediğimiz için oyunun adını üç kelimeden oluşan bir bütün sanıyoruz.
Oysa Namık Kemal merhum "birinden birini seçmek zorunda kalırsak ya vatanı savunacağız ya da yalnızca Silistre'yi arkadaşlar" falan demek istemiyor!...
Laf aramızda, günümüz ölçülerine göre bayat, ilkel, berbat bir oyundur. Sahneye koymaya kalksanız tutmaz, üç günde kaldırırsınız, paranız da batar.
Neyse, benim demem o değil.
Geçen gün Preveze zaferi kutlandı efendim. Zaferin tam 472. yıldönümü!
Kutlayan elbette deniz kuvvetleri, iş edinip yazan da bir tek Babıali'nin uskuru kopmuş amiral gemisi... Devletin de sözcüsü ya...
Preveze, Osmanlı donanmasının bir zaferi. 28 Eylül 1538'de Barbaros Hayrettin Paşa, Andrea Doria'yı yenmişti, ilkokula giden herkes bilir.
7 Ekim 1571'de de onlar bizi yendiler, Lepanto muharebesinde (biz İnebahtı olarak biliriz)... Akdeniz'de egemenlik bizim elimize geçmişti, fakat otuz üç yıl sonra bizi Batı Akdeniz'den kovaladılar. Açıkça önümüzü kestiler.
Siz bizim sakalımızı, biz sizin kolunuzu, bu devlet isterse yelkenleri atlastan, halatları ibrişimden, falan filan falan filan... Kendinizi istediğiniz kadar kandırın.
Eee, ne olmuş yani?
Bana ne soruyorsunuz, 472 yıl sonra zafer kutlayan kahraman bahriyelilere sorun.
Biz Preveze'yi kutluyoruz ama, hiçbir Avrupa ülkesinde 439 yıl sonra Lepanto'nun kutlandığını duymadık, isterseniz İnebahtı deyiniz.
Vallahi ben hiç duymadım günümüzde Fransa'da Marignan muharebesinin (1515), Rocroi muharebesinin (1643), Fontenoy muharebesinin (1745) kutlandığını falan, hepsi de çok parlak Fransız zaferleriydi...
Oysa Fransa Cumhuriyeti, krallarının isimlerini de caddelerine, sokaklarına, okullarına koymaktan, onların heykellerini dikmekten hiç gocunmaz. Geçmiş, geçmiştir. Austerlitz ve Wagram zaferlerine nasıl yaklaşıyorsa, Trafalgar ve Waterloo yenilgilerine de öyle yaklaşır, soğukkanlı.
Bizim için geçmiş ya şişinme kaynağı, ya küfür vesilesidir. Ortası yoktur.
Biz, hem Osmanlı'ya küfür eder, hem de kara kuvvetlerimizin 1363 yılında kuruluşunu kutlarız (Yeniçeri ocağının kuruluşu! Demek ki diğerleri askerden sayılmıyor.)
Fakat bu da kesmemiş, alınan bir kararla kara kuvvetlerimizin kuruluşu Mete Han dönemine, yani milattan önce 209 yılına denk getirilmiş, yani ordumuzun ömrü epeyce uzatılmıştır. Bu yıl, kara kuvvetlerimizin tam 2219. yıldönümünü idrak ediyoruz (yazıyla iki bin iki yüz on dokuz)...
M.Ö. 209, en hafif deyimiyle "sallama" bir tarihtir. Aslına bakarsanız, Mete Han da "efsanevi" bir isimdir.
Tuhaftır, hem Osmanlı'dan nefret ederiz, hem de ondan önceki Türk devletleriyle pek övünürüz. Osmanlı da işimize geldiği zaman büyük, işimize gelmediği zaman tu kakadır. Padişahlar da, toprak aldıkları sürece büyük adamlar, alamadıkları zaman kötü kişilerdir.
Örneğin biz Osmanlı'nın başarılarıyla o kadar övünürüz ki, her yıl 29 Mayıs günü "İstanbul'un fethini" kutlar, yani "bu şehrin aslında bizim olmadığını, onu bizim kurmadığımızı, bizim buraya sonradan geldiğimizi, şehri zorla ele geçirmiş olduğumuzu" da bütün dünyaya tekrar tekrar hatırlatırız! Bu kafayla kurulan Türkiye Cumhuriyeti, seksen yedi yaşında çatır çatır çatırdıyor işte... Sahi, Preveze'den sonra en son deniz zaferimizi ne zaman kazanmıştık?
Bir şey daha soracağım: Barbaros Hayrettin Paşa'nın zamanında "fuhuş çetesi" var mıydı yahu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.