Ben kimim ki bunları yazıyorum?
Kaba bir hesapla, her yıl 200 civarında yazı yazıyorum; bu yazıların çoğunluğu ‘hukuk’ ve ‘yargı’ meseleleriyle ilgili...
Hukukçu değilim, herhangi bir hukuk metnini yorumlayacak teknik bilgiden yoksunum, bana ne oluyor da bilmediğim, anlamadığım konulara girip ceffelkalem yazıyorum? Bu bolluk nerden geliyor?
Şurdan geliyor:
Her yıl memleketimizde, yine kaba hesapla, hukuk ve yargı meselelerinin tartışıldığı sekiz on civarında ‘kriz’ çıkıyor. Her yıl mutlaka sekiz on yargı mensubu çıkıp ‘gündem tayin edici’ konuşmalar yapıyor...
Buna ‘türban’ ve ‘367’ gibi tartışmalı yargı kararlarını, kuruluş ve açılış yıldönümü kutlamalarını, o kutlamalarda yapılan yüksek volümlü açıklamaları eklediğinizde ortaya hatırı sayılır bir yekûn, daha doğrusu ‘yazı konusu’ çıkıyor...
Hatırlarsanız, darbeye övgüler yağdıran Danıştay Başsavcısı Tansel çölaşan’la ilgili iki adet yazı yazmıştım.
Siyaset kurumunu yerden yere vuranlar (buna CHP lideri Deniz Baykal da dahil), henüz bu konuda bir açıklama yapmadılar.
Derken, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya elinde bir ‘iddianame’ ile çıkageldi.
Tam Abdurrahman Bey tartışmalarını nihayete erdirmiştik ki, bu kez bir başka Yargıtay Cumhuriyet Savcısı ve aynı zamanda ‘Yargıçlar ve Savcılar Vakfı Başkanı’ ömer Faruk Eminağaoğlu kendini tartışma gündemine atıverdi.
Dün birazcık değinmiştim ama, ayrıntısına giremedim.
Eminağaoğlu da, yargı bağımsızlığını önemseyenlerden.
Ne diyordu konuşmasında?
Hatırlayalım: ‘Yargı ve darbe, hukuk ve darbe gibi bugünlerde içeriden ve dışarıdan dillendirilen söylemler, yargının asla kabul etmediği müdahale şeklindeki saldırılardır, yargı bağımsızdır. Yargı yargıya bırakılmalıdır.’
Doğru, yargı bağımsızdır.
Fakat yüksek yargı mensuplarının (buna Sayın Eminağaoğlu da dahil) yargı bağımsızlığından anladıkları şeyle, bizim anladığımız, yani yargı bağımsızlığından anlaşılması gereken şey aynı mı?
Sanmıyorum.
Hemen hemen bütün savcı ve yargıçlarımız, yargının bağımsız olması gerektiğini savunuyor, yargının siyaset kurumunun çekim alanına girmesinden (daha doğrusu girmesi ihtimalinden) rahatsız olduğunu bildiriyor ama, sıra devleti oluşturan diğer kurumlara, örneğin Genelkurmay ve benzeri organlara gelince, ‘susmayı’ tercih ediyor.
Mesela, darbe dönemlerinde yargının içinde bulunduğu ‘hal’le ilgili tek itiraz duymuyoruz onlardan.
Neden?
Bağımsız yargıyı siyasetin çekim alanından uzaklaştırmaya çalışan ve bence iyi de eden yüksek yargı mensupları, Silahlı Kuvvetler’in müdahalesini ve paşaların verdiği brifingleri hiç sorun yapmıyor.
Neden?
Demek ki, ‘yargı bağımsızlığı’ndan anladığımız şey, sözkonusu tamlamanın işaret ettiği ‘şey’ değilmiş. Başka bir şeymiş...
Belki de bu ‘başka şey’in ne olduğunu tartışmamız gerekiyor.
Fakat bu tartışmayı, Eminağaoğlu gibi sert savcılarla yapmak ne kadar uygundur, bilmiyorum.
Ben en çok, değerli savcının ‘28 Şubat brifingleri’ne katılıp katılmadığını merak ediyorum.
Katıldıysa, bunu ‘hukuk’la, daha da önemlisi ‘yargı bağımsızlığı’yla nasıl telif etti, nasıl telif etmekte?
Bu soruya vereceği cevap, ‘önemli’ ve ‘verimli’ bir tartışmaya zemin hazırlayabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.