Havaya bak havaya
Allah hiçbirimize böyle bir olay yaşatmasın: Vatan gazetesinin bir yazarı geçen hafta zehir zemberek bir yazıyla Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü bir kadının ölümünden sorumlu tuttu; sonrasında olayın bütünüyle hayali olduğu anlaşıldı.
En iyisi en başından anlatayım.
Vatan yazarı, geçen hafta okuduğunda "Salya sümük ağladım" dediği ve zaman zaman kendisinden 'Ahmet' diye söz ederek tanıdığı hissini verdiği birinin (adı Ahmet Ertaç imiş) bir e-posta mesajını aktardı. Cumhurbaşkanı için kapatılan yolda trafik tıkanmış, Ahmet de vaktinde hastaneye yetiştiremediği annesini kaybetmiş.
Kendisini 'salya-sümük' ağlatan mesajı okuyanları hüngür hüngür ağlatacak bir biçime dökerek...
İstanbul/Levent'te kesilmiş yollar... "On binlerce, belki yüz binlerce insan, sizin geçmenizi bekliyorduk" diye olayı anlatmış mesajın sahibi. Devamını şöyle getirerek: "Anneciğim kollarımda yarım saat Kelime-i Şehadet getirdikten sonra can verdi. / Benim için saat 19.00'da durdu... / Son nefesimi verene kadar sizi hiç unutmayacağım."
"Unutmayacağım" dediği kişi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül...
Yazının çıktığı gün "O saatte ben yolda değildim, konuttaydım" açıklamasını yaptı Cumhurbaşkanı. Orada da bırakmadı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği'nin resmen yaptığı açıklamaya göre işin doğrusu şu: Cumhurbaşkanı Gül söylendiği saatte trafiğe çıkmamış... Dahası, Vatan yazarının 'hüngür hüngür' ağlatacak üslupla mesajını aktardığı, annesi o gün ölmüş Ahmet Ertaç diye biri de yokmuş...
Hayaliymiş...
Genel Sekreterlik, Cumhurbaşkanı Gül'ün ilk günden itibaren "Ben geçeceğim diye sakın yollar kapatılıp vatandaşlara çile çektirilmesin" talimatı verdiğini de duyurdu...
E-posta yoluyla gelen ve her tarafından "Soruştur beni" uyarısı akan bir mesajın gazeteye nasıl girdiğini merak ediyorsanız, etmeyin. Tafrasından geçilmeyen ve kendisini 'büyük' diye tanımlayan gazetelerde sütunlarını kendilerine gönderilen iletilerle dolduran 'yazar' da çok, o tür mesajlarla dolup taşan sütun da...
Yalan, uydurma, yakıştırma, hakaretle dolu...
Birinin bu kez 'suçüstü' yakalanması, cüretini Cumhurbaşkanlığı makamına kadar tırmandırması yüzünden; yoksa saldırıya uğrayan nice vatandaş, hınç mahsulü uyduruk mesajların sütunlara taşınması yüzünden uğradığı mağduriyetleri sineye çekmek zorunda kalıyor.
Suçüstü yapıldı da ne oldu? Yazar, iki gün sonra, "Ahmet'in mektubunu neden yayınladım?" başlıklı bir yazıyla günah çıkardı. (Başlıktaki samimiyet kokan 'Ahmet' sözcüğüne dikkat isterim.) "Kısa yazı büyük yankı uyandırdı" dedi bir yerde. (O kadar 'büyük' yankı uyandırdı ki, bir gün sonra kendi gazetesi manşetten yalanlamak zorunda kaldı.)
"Öncelikle bu trajediye duyarsız kalmadığı için Sayın Cumhurbaşkanı'na teşekkür ederim" derken tamamen hayali olduğu anlaşılmış uyduruk olaydan 'bu trajedi' diye söz edebildi. Hatasını üstlendi, ama kendisini haklı çıkartarak...
İsterseniz beraberce okuyalım ilgili satırları: "Lâfı hiç dolandırmayacağım: / İnandım... / Evet; hayatımda bir kez bile görmediğim Ahmet Ertaç'a inandım ve güvendim! / Doğru, temeli 'kuşkuculuğa' dayanan bizim meslekte 'güven' istismarlara neden olur... / Ama... / Benim Ahmet'e duyduğum güvenin nedenini, sadece 'annelerini kaybedenler' anlar..."
Neymiş? Kendisi 2,5 yıl önce annesini kaybettiği için, dünyada hiçbir kişinin durduk yerde anne ölümü üzerine bir yalan uydurabileceğine inanmamış; bütün hatası buymuş...
Yazısının sonunda "Gazetecilik refleksin nerede kaldı, neden araştırmadın?" diye eleştirenlerin ağzının payını da "Kusura bakmayın, ama ona 'yalakalık refleksi' denir" cümlesiyle vermeyi unutmamış...
Annesinin kaybına başsağlığı dilerim, ama üzüntüsü gerçeği görmesini engellemesin: 'Ahmet' diye biri olmadığı için 'anne ölümü' üzerine yalan uyduran da yok. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin araştırmasına göre mesajı kendisine gönderen kişi bütünüyle hayali. Dolayısıyla varolmayan birinin Cumhurbaşkanı hakkında uydurduğu bir iddiayı gazeteye yansıtmaktan sorumlu kendisi.
Galiba mesleki açıdan bir sorumluluğu daha var: Dolduruşuna geldiği kişiyi bulmak... Konunun başka gazetelere, ekranlara ve internet sitelerine taşınmasıyla birlikte dolduruşa gelindiğinin yaygınlaşması mesleğin algısını da zedeliyor. Cumhurbaşkanını halkın gözünde kötü göstermeyi amaçlayan uyduruk bir mesajı gönderme cesaretini gösteren kişinin kim olduğunu merak etmiyor mu yoksa?
Oysa konunun esas merak edilmeyi hak eden yönü orası.
Ben bir noktayı daha merak ediyorum: Vatan yazarının meraksızlığı, daha önceleri aynı imzayla kendisine gönderilmiş başka mesajlara dayalı yazılar yazması yüzünden olabilir mi?
Muzır bir dostumun mesleki açıdan daha ayıp bir sorusu var, ama onu kendime saklıyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.