Ertuğrul kelle istiyor... Gülmeyin!
Ne yalan söyleyeyim, böyle bir yazıyı Ertuğrul Özkök’ten bekliyordum.
Hatta, hazırlıklarımı yapmış, “karşı argümanlarımı” gözden geçirmiş, hangi sözcüklerle mukabelede bulunacağımın “ayrıntısını” bile düşünmüştüm.
Beni yanıltmadı...
Tahminen şöyle bir şeyler yazacaktı: “Artık önümüzde ‘Oktay Ekşi kriteri’ var. Oktay Bey, istifa ederken, hepimizin üzerine de ağır bir yükü bıraktı...”
Kelimesi kelimesine böyle yazdı.
Sonra da, “başkalarının” medyasındaki küfürbazları hatırlatıp kelle isteyecekti.
İstedi...
Engin Ardıç’ın kellesini istedi.
Madem Oktay Ekşi’nin istifasını yutkunarak izlemişlerdi ve “üzerimizde siyasi baskı var” savunması artık para etmiyordu, niçin kayıplarını “kana kan”la telafi etmesinlerdi?
Hasan Karakaya’nın kellesini isteyemiyorlar.
Korkuyorlar mı?
Karakaya’nın toplumsal bir karşılığı var. Beğenelim beğenmeyelim, bir temsilden geliyor; yani “temsil değeri” itibariyle özgür... Meşruiyetini de sadece “siyasi iktidar”dan almıyor. Dolayısıyla, Karakaya’ya çullanmanın rasyonalitesi yok.
En uygunu yine de hiçbir toplumsallıktan gelmeyen Engin Ardıç’tır...
Peki, nerden icap etti Engin Ardıç?
Engin Ardıç, fi tarihinde, isim vermeden, “patronun köpekleri” diye bir yazı yazmış.
Bunlar da susmuşlar.
Kimi, “Aman bulaşmayalım, bize de bulaşır” diye korktuğu için susmuş.
Kimi önemsemediği için susmuş.
Kimi de üzerine alınmadığı için susmuş...
Diyor ki Özkök, “Bu hakareti bal gibi yuttuk. Biz yutunca, gerisi geldi. Bu defa ‘Puştlar’ kelimesi çıkıp geldi. Sadece bize değil, herkese, siyasetçilere...
Onlar da yuttular. Oysa alınmamız gerekirdi. ‘Aydın Doğan’ın köpekleri’ ifadesi bizi çok acıttı. Eğer bu laf aynı ölçüde sizin de içinize oturduysa, bu meseleleri konuşmanın zamanı geldi demektir...”
Maksadım Engin Ardıç’ı savunmak değil, o kendini savunur.
İstifa etmesi gerekiyorsa, eder... Etmesi gerekmiyorsa, etmez.
Benim derdim başka...
Ertuğrul Özkök, “geçmişte hakareti önlemek için epey uğraştığını ama başarılı olamadığını, yöneticilik döneminin en büyük hüsranının bu olduğunu” söylüyor.
Ne kadar uğraştığını (!) biliyoruz.
Kendisi hakareti önlemek için uğraştığı dönemlerde “şerefsiz” diye manşetler atıyor, içinde “Keşanlı Galileo”, “liberal çete” ve “biat medyası” geçen son derece düzeyli yazılar yazıyor, insanların hayatını karartıyordu ama mesele bu değil.
Mesele şu:
Madem Oktay Ekşi çıtayı yükseltti ve artık bu konuları konuşmanın zamanı geldi, neden burnunun dibindeki adamları görmüyorsun da, tuhaf bir tecessüsle başka yazarların “fi tarihindeki” yazılarını ve arşivini kurcalıyorsun?
Hürriyet’in zengin arşivi işini görmüyor mu?
Konu gerçekten küfür ve
hakaretse, kimse sizin elinize su dökemez.
Hayır, sağa sola “müptezel, şerefsiz, alçak, bidon kafa, kuş beyinli, ahmak” diye saydıran rahatsızları hatırlatmayacağım.
Hatırlatmaktan yoruldum...
Madem arşive gireceğiz, Engin Ardıç’ın “köpek” lafı kadar, Mehmet Türker’in “iktidarın yalaka köpeği, kemik bulmuş gibi havlıyor” lafı da koymalıdır.
Bu lafın muhatabı Ahmet
Kekeç’ti.
Bu lafın sahibine para veren adamın adı da Aydın Doğan’dı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.