Bu Vedat’larda bir iş var
Konuyu bekletip “demlemeye” bırakırsan, böyle elinde patlar.
Şakir Eczacıbaşı’nın anılarından söz ediyorum.
Nicedir zihnimde gezdirip durduğum konuyu, dün Taraf yazarı Yıldıray Oğur yazmış.
Eczacıbaşı’nın “Çağrışımlar, Tanıklıklar, Dostluklar” adlı anı kitabından yola çıkarak, oradan yansıyan ve bende yer tutmuş İzmir’i anlatacaktım...
İzmir’in niçin bugün “bu hale” geldiğini, Şifa Eczanesi’ni, Kordonboyu’nu, Süleyman Ferit Bey’i, Gaffarzade Oteli’ni, yerli Rum ve Yahudi nüfusunu, Levantenleri, işgale karşı mevzi direnişleri, Anadolu’ya silah ve insan kaçırılmasında “yataklık” yapan işgalci İtalyan kuvvetlerini...
Belki Gaffarzade’nin çağrışımlarıyla İzmir Suikasti bahsine de şöyle bir girer; Sarı Efe Edip’lerin, Canbolat’ların, Ziya Hurşit’lerin izini sürerdik.
Kitapta en çok, “Vedat’ın dramı” ilgimi çekmişti.
Nejat Eczacıbaşı’ndan sonra gelen mahdum... Süleyman Ferit Bey’in ikinci oğlu yani...
Merhum Şakir Eczacıbaşı kitabında, Vedat’ı hep sakarlıklarıyla, yabani tavırlarıyla anıyor ama bana daha çok “hüzün” yansıdı. Hüzünlü ve meselesi olan biri bu Vedat...
“İleri vadede” 27 Mayıs’çılarla iş tutacak ağabeyine ve küçük kardeşlerine hiç benzemez. Babası Süleyman Ferit Bey’in DP’lilerle ve özellikle Celal Bayar’la kurduğu dostluğa sadıktır.
Bu sadakati, onu ölüme götürecektir...
Darbeden sonra, bir kutlama için gittikleri Gaskonyalı Toma Meyhanesi’nde, Vedat Eczacıbaşı, “Kadehimi benim için hâlâ Başbakan olan Adnan Menderes’in şerefine kaldırıyorum” deyince, CHP’li “sayın muhbir vatandaşların” şikâyeti üzerine tutuklanır.
Ailenin devreye girmesi, yargıyla pazarlıklar, hiçbiri para etmez.
Vedat, davranışıyla, “devrimi zaafa uğratacak” bir büyük suçu işlemiştir.
Tutukluluk süresi uzayınca, Vedat önce bunalıma girer, intihara kalkışır, kurtarılır, Bakırköy Akıl Hastanesi’ne yatırılır, sonra Süleyman Ferit Bey’in mamulatı olan limon kolonyasıyla kendini ateşe verir. Kurtarılamaz. Ölür...
Fakat, cenaze töreni problem olur.
Devrimciler, yani Menderes’in katilleri, yine devrimi zaafa uğratacağı gerekçesiyle, cenazenin İzmir’e getirilmesine engel olur. Uzun münakaşa ve pazarlıklardan sonra, devrimcilerin istediği olur, Vedat İstanbul’da Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilir.
Bunları yazacaktım...
Sonra, “Vedat’lar” bahsini derinleştirecektim.
Neden Vedat’ların “aykırı ve hüzünlü” olduklarını, ölümü seçtiklerini soracaktım.
Ünlü şair Ümit Yaşar Oğuzcan’ın oğlu Vedat Oğuzcan kendi canına kıymıştı.
Tıpkı, ünlü romancımız Halid Ziya Uşaklıgil’in oğlu Vedat Uşaklıgil gibi...
Rastlantı mı?
Etimolojik bir kader mi?
“Etimolojik kader” diye bir şey var mı? Yoksa da, bu yazıdan sonra oldu...
Konu elimde patlamasaydı, “yabancı düşmanlığı”nın İzmir’e kaybettirdiklerine de değinecektim... Arsıulusal İzmir’in, “takıntılı ulusalcıların” elinde nasıl kasaba irisi bir taşra kentine döndüğünü anlatacaktım.
Diyorum ya, Yıldıray’ın “atlatmasına” maruz kaldım
Siz en iyisi, Şakir Eczacıbaşı’nın “Çağrışımlar, Tanıklıklar, Dostluklar” kitabını okuyun.
Boş verin, sağa sola “müptezel, alçak, şerefsiz, bidon kafa” diye saydırdıktan sonra, birden edep anıtı kesilip “Bize patronun köpekleri diyorlar” diye ağlaşan ağzı bozuk ve terbiyesiz yazar taifesine...
İşinize bakın...
Hem iyi bir kitap okumuş olacaksınız, hem de Türkçenin lezzetine varacaksınız...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.