Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Yürü Yakup, kim tutar seni

Yürü Yakup, kim tutar seni

Kafadan söyleyeyim de, “Bu adam duygularıyla işi karıştırıyor, ne ayıp!” filan gibi itirazlarla uğraşmak zorunda kalmayayım.

Mehmet Yakup Yılmaz’ı sevmem.

Kendisini tanıyanlar iyi bir adam olduğunu, çevresine rikkatle yaklaştığını söylüyor.

Doğrudur.

Ben, çevresine rikkatle yaklaşan bu “iyi adamı” gördüğümde yolumu değiştiririm, zorunlu olmadıkça muhatap olmam, elini uzatsa sadece istiskal etmemek adına tokalaşırım...

Dostluğunu istemem.

Düşmanlığını da istemem.

Mehmet Yakup Yılmaz gibilerin düşmanlığıyla uğraşacak enerjim kalmadı. Hem, yaşım da ilerledi, bazı şeylere “daha toleranslı” yaklaşıyorum, galiba daha rikkatli davranıyorum ve “Olur böyle şeyler” cümlesini daha sık telaffuz ediyorum.

Mehmet Yakup Yılmaz, kaleminin gücüne güvenmeyen bir arkadaşımızdır.

Birkaç kez beni mahkemeye vermiştir.

Bazılarını kazanmıştır.

Maaşıma haciz koydurmuştur.

Haciz işlemi sırasında “ölümcül takip” uygulamıştır.

Hepsini yapmıştır.

Ben, karşımda, kalemine güvenen, iddialara çata çat cevap veren, muhatabını “lafla yola getirmeye çalışan” bir partner görmek isterdim... Bunu tercih etmedi; yazdıklarımdan cımbızla sözcük ayıklayıp mahkemeye koştu ve azıcık daha zengin oldu.

Eskiden kızardım.

Şimdi kızmıyorum artık... Hatta, affettim bile...

Hakkını mahkemede arıyor adam. Neden kızayım?

Gerçi bahsi geçtiğinde, “Küfretmeselerdi de, ben de mahkemeye koşmasaydım” filan gibi laflar ediyor, bizim gibi adamlara benzemediğini anlatmaya çalışıyor, “konumunun nezahetini” hatırlatıyor ama, kendisi de o kadar “nezahetli” bir adam sayılmaz...

Hatırlarsanız, “Yağdı yağmur, çaktı şimşek” deyişinden mülhem, Cumhurbaşkanı Gül’e ağır bir hakaret yazısı döşenmiş, kimse de onu mahkemeye vermemişti

Bunu yapabilmişti...

Bunu yapabildiğini gösterdiği için kalemine güvenmesi gerektiğini söylüyorum. İsterse bizim seviyemize inebilir. Bizler gibi terbiyesizleşebilir. Korkmasın, mahkemeye vermeyiz, kalemimizle hallederiz.

Esasında sözü, Mehmet Yakup Yılmaz’ın “Beyaz Türk” tartışmasına katkı yaptığı “Anna Nebretko ya da tombullar da güzeldir” başlıklı yazısına getirmek istiyorum ama söz bir türlü oraya gelmiyor.

Kestirmeden gideyim o zaman:

Mehmet Yakup Yılmaz “Beyaz Türk” sayılmak istiyor.

Şu satırlar özellikle dikkatimi çekti: “Geçtiğimiz Cumhuriyet Bayramı’nda New York’taydım ve bayram kutlaması için Metropolitan Opera’da Donizetti’nin komik operası Don Pasquale’yi izledim. Böylece Beyaz Türk kavramına bir açılım daha getirmiş olalım. Gerçi ben pek beyaz sayılmam, kızıl daha çok uyardı, ama olsun. Şimdi moda bu!”

Mehmet Yakup Yılmaz’ımız tevazu gösteriyor ama doğru bir noktanın altını çiziyor bence.

Kırcaali’den gelmiş Ertuğrul Özkök beyaz Türklüğün bayraktarlığını kimselere bırakmayacak; memlekette ne kadar Sivaslı, Divriliği, sonradan görme Yozgatlı varsa “yancı” yazıldıkları Beyaz Türk masasında “esas oğlanı” oynayacak ama operayla yatıp operayla kalkan Yakup’umuz “kızıl”la iktifa edecek...

Reva mı?

Ertuğrul Beyaz’sa, Yakup revnaklı Beyaz’dır... Daha hakikidir...

Bir kusuru var:

Çok sevdiğini söylediği ve havasını attığı yabancı müzik elemanlarının ismini bazen yanlış yazıyor. Yer kalmadığı için örnek veremeyeceğim. Eski yazılarını tarasın, “google”daki bilgilerle karşılaştırsın, skandalı görecektir...

Bir de doğru bilgilerle yazıya kalkışsa...

Kim tutar onu!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi