Kitleleri perişan ettikten sonra özür dilemek ne işe yarar ki?
Rusya Federasyonu Meclisi (Duma) Smolensk kenti yakınlarındaki Katyn'de kemikleri bulunan 1803 Polonyalı'yı 1940'ta Hitler'in emriyle Nazi'lerin değil, Stalin'in emriyle Sovyet askerlerinin öldürdüğünü kabul etti.
Ayrıca döneme ilişkin gizli belgelerin yayınlanması da karara bağlanırken, Sovyetler Birliği'nin elinde esir olarak bulunan ve 8 bini subay olan 22 bin Polonyalı'nın da aynı dönemde Stalin'in emriyle öldürüldükleri açıklandı.
Bu Polonyalıların hepsi asker değildi.
Aralarında üniversite hocaları, matematikçiler, felsefeciler, diplomatlar, sanatçılar da vardı.
Açıklanan belgelerden birinde Sovyet gizli polisi NKVD'nin şefi Beria'nın Stalin'e ilettiği notta, esir Polonyalılara "Rejim düşmanı casuslar" olarak bakılması ve bunların öldürülmeleri gerektiği yazılı.
Stalin de bu nottaki öneriyi onaylamış.
Acıklı serüvenler
"İnsancıklar"ın serüveni böyle olaylar dolayısıyla bazen 50 yıl gecikmeyle de olsa daha derinine anlaşılıyor.
Almanlar Yahudilerden veya Ruslar Polonyalılardan özür diledikleri zaman, bu serüvenler bir kez daha hatırlanıyor.
Bir toprakta yerleşmişsiniz, kuşaklar boyudur orada yaşıyorsunuz.
Bir savaş patlıyor ve bir anda kendinizi çok uzak topraklarda esir ya da sürgün olarak buluyorsunuz.
Sovyetler'in esir alarak Asya'nın uzak köşelerindeki esir ve tutuklu kamplarına gönderdikleri Polonyalıların sayısı 230 bin dolayındaydı.
Geride bıraktığınız ailenizin neler yaşadığını da bilemiyorsunuz.
Naziler Yahudi oldukları için çocukları analarından, kadınları kocalarından ayırmayı, sonra da bunların hepsini toplama kamplarında zehirli gazla öldürmeyi yasal kabul etmemişler miydi?
Ah bu 20'nci yüzyıl!...
Bizim coğrafyamız
Bizim coğrafyamızda da insancıklar böyle şeyler yaşamadılar mı geçen yüzyılda?
Anadolu'ya geldiğimiz günlerden beri birlikte yaşadığımız, ortak bir uygarlık ürettiğimiz Ermeniler 1915'in Nisan'ından sonra kitleler halinde buharlaşmadılar mı?
Bırakın 1915 gibi göreceli uzak tarihi.
1920'lerin "Mübadele" sini de rafa kaldıralım.
Veya 1937-8'in Dersim'ini unutmayı deneyelim.
1453'ten beri birlikte yaşadığımız, komşularımız, arkadaşlarımız olan ve 1950'li yıllarda sayıları yüz binleri bulan, aralarından milletvekilleri çıkan Rumlar nerede şimdi?
Geçenlerde Herkül Millas, "İstanbullu Rum" olmanın yarattığı kimlik kargaşasını yorumlamıştı Zaman'da...
İstanbullu Rum olmak
Katıldığı ve Türk-Yunan ilişkilerinin konu edildiği her uluslararası toplantıda "Sen nesin" sorusuna muhatap olan Millas şöyle açıklıyordu kendi konumunu:
"- Çocuk yaşta İstanbul'da kendimi 'Rum' bilirdim. Bu benim seçtiğim bir kimlik değildi, geniş çevrenin benim için yakışık bulduğu etiketti. Genç yaşta Türk solu içinde kendimi bir Türkiye yurttaşı olarak gördüm. Geniş çevre içinde bana inanan pek çıkmazdı ama 1960'ların TİP'i içinde bu kimlikle rahattım. Türk-Yunan ilişkilerinin benim ilgi alanım olduğu 1970'li yıllarda kendimi yarı yarıya Türk ve Yunan olarak görmeye kalkıştım ama bu "yarı" olma durumu bana çok sakat geldi; tam bir Türk ve tam bir Yunan demeyi denedim. Her iki ülkede de tam entegre olmuş bir vatandaş anlamındaydı bu kimlik. Ama sonra bazı Türklere ve bazı Yunanlılara bakıp ne dediklerini dinlerken 'benim bunlarla ne ilişkim olabilir ki!' deyip ben ne o ne de ötekinden olabilirim, bu kimliklerden bütünüyle uzağım dedim -içimden tabii."
İstanbullu seçkin bir Rum'u kendi coğrafyasında kimlik bunalımına düşüren bu sürecin, şimdi İstanbullu Türklerin de kendi aralarındaki yabancılaşmalarla sürdürülmesinden kaçınmalıyız.
Elli ya da yüz yıl sonrasındaki özürler veya pişmanlıklar işe yaramıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.