Bu sefer denize girmeden
Cumhurbaşkanı "yeni anayasayı tartışmaya başlayın" dedi. Başlayalım.
Başbakan belki "erken" bulacaktır ama bu bizi bağlamaz.
"2012 Anayasası" geliyor ve Türkiye'de devrim olacak. Sekiz yıldır olup bitenleri devrimin "ayak sesleri" olarak değerlendiriniz.
Seçimi AKP'nin gene kazanacağına "muhakkak" gözüyle bakılıyor. Havada kalan, iktidar partisinin anayasayı değiştirmek için gerekli koltuk sayısına ulaşıp ulaşamayacağı sorusudur.
Bürokrasi değişimi engellemek için elinden geleni ardına koymayacak, sonuçta öyle ya da böyle gene ve mutlaka halkoylamasına gidilecek ve anayasa değişecektir.
İktidarın 2011 seçimleri için propaganda malzemesinin ana ayağı bu değişim projesi olacaktır, bir de ekonomik gelişmenin sürmesi tabii...
Seçimi yeniden kazanması için de bu yeterlidir kanımızca.
Bunun dışında her gelişmeyi "güncel ve önemsiz siyaset magazini" olarak okuyunuz:
Tansu Çiller'in dönmesi ya da dönmemesi, bitmez tükenmez CHP kurultaylarının bir yenisinde şu ya da bu hizibin kazanması, çiçeği burnunda Has Parti'nin "İslam sosyalizmi", Devlet Bahçeli'nin asarız keseriz biçeriz tehditleri, vesaire vesaire, önümüzdeki yedi ay boyunca ne yapacağını ne diyeceğini bilemeyen muhalif medyanın "nafile gündem zevzekliği" olmaktan öteye gitmeyecektir.
İktidar bu devrim projesi konusunda şimdilik "ketum" davranıyor, erken konuşup lafı bayatlatmak ve tüketmek istemiyor. Kendi açısından haklıdır da. Bu yüzden "Genelkurmay'ın Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanması" gibi "hayati" önem taşıyan bir konuda da hemen yalanlama yoluna gidiyorlar...
Ayıp oluyor ama oluyor.
Mutlaka bağlanacaktır. Askeri yargının hegemonyası da bitecektir. Avrupa Birliği'ne başka türlü girebilmemiz asla sözkonusu değildir ve olamaz.
Bu sağlandıktan sonra da Kıbrıs meselesi çok daha kolay çözülecektir.
Yeni anayasa "yarı-başkanlık sistemini" de getirecektir.
Yaygara edeceklere, bunun aslında bir "malumu ilamdan" ibaret kalacağını, Türkiye'nin esasen hep öyle yönetilmiş olduğunu hatırlatır, çok tantana ederlerse dönüp Atatürk ve İnönü devirlerine bakmalarını öneririz.
"Güçlü önder" seven ve isteyen halkımıza yeni bir güçlü önder gelmiştir bile...
Biz istesek de istemesek de bu böyledir.
Kürt meselesi de çözülecektir.
Bağımsızlık ya da federalizm dışında Kürt vatandaşlarımızın bütün istekleri karşılanacak, hakları verilecek ve "adı konmamış bir tür özerklik" sağlanacaktır kendi işlerinde...
Geriye kalıyor, uzun süre çok yüksek enflasyona alışmış olduğumuz için şimdi bize leblebi çekirdek gibi gelen yüzde 8-9 oranında enflasyonun, Avrupa Birliği ekonomisinin "hoşgörü sınırı" olan yüzde 3 gibi bir düzeye düşürülmesi... Bu, anayasayı değiştirmekten daha da zordur ama olanaksız değildir.
Ondan sonra da Türkiye, Avrupa Birliği'ne girer. Sarkozy ya da Merkel gibi yöneticiler elbette tarihe karışacaklardır. 2023'te bu iş biter ve de Türkiye Cumhuriyeti'ne güzel bir "yüzüncü yıl" hediyesi olur doğrusu!
Kaldı ki, demokratik ve ileri bir Türkiye, o aşamaya geldikten sonra "eh artık girmese de olur"...
Dua edin de o arada "konjonktür" değişmesin, yeni bir dünya savaşı falan çıkmasın.
Bakın o zaman iş değişir, herşey tepetaklak olabilir. (Darbeciler de Yunanistan'la savaş çıkarmayı bunun için istemiyorlar mıydı?)
Dün gazetemizde Profesör Şükrü Hanioğlu'nun bir makalesini okuyordum, otuzlu yıllarda Halkevleri yayın organı Ülkü dergisi, şu ünlü "Güneş-Dil Teorisi" saçmalığını bakın nasıl pazarlamış: "...geçen yaz Florya deniz evinde milli Dâhi'mizin yüce dimağında doğan..."
Otuzlu yılların Türk tarih tezi de "gene o dehanın saçtığı nurlu şualar yardımıyla" oluşturulmuş, aynı dergiye göre.
Bu sefer bu devrim hiçkimsenin dimağında denize girerken doğmadı, toplum ve yüzyıl böyle istiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.