Geçmiş zaman olur ki...
Ankara'da kulaklarına fısıldanan her iddiayı Washington'daki üstlerine 'istihbarat bilgisi' olarak sunmuş ABD'li diplomatlar için 'kof' veya 'çapsız' ifadesini kullananlar çıkıyor. Öyle ya, elmalarla armutları karıştırmış adamlar (veya kadınlar), en uçuk kaçık söylentilere kulak vermiş, üstelik hiç üşenmemiş, oturup bunları rapor haline de getirmişler...
Öyle mi acaba?
Cevapta acele etmemeniz için size şu alıntıyı sunuyorum:
"Bana gayet doğal gelen bu durumun, 'bazı dostlarını' hükümette görmek isteyen Amerikalıları şaşırttığına ise yüzde 100 eminim... Ankara'daki Amerikan Büyükelçiliği, 'içlerinden geçeni' seslendirenleri dinliyor epeyden beri; bu yüzden de Washington'a sürekli yanlış değerlendirmeler gönderiyor... Amerikan deyimiyle 'wishfull thinking' egemen elçilik değerlendirmelerine; aykırı görüş seslendirenlere çok kızılıyor... İleride bu günleri yazacak olanlar, ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nin Washington'a gönderdiği yazışmalara ulaşabilirlerse, hiç kuşkum yok, 'Bu kadar da diplomatik saflık olur mu?' diye saçlarını başlarını yolacaklardır..."
Yukarıda okuduğunuz satırları 16 Mart 2003 tarihli Kulis'te yazmıştım; "Hadi canım" diyenleriniz internetten kolayca erişebilirler. 1 Mart (2003) tezkeresi öncesi ve sonrasında Ankara'daki Amerikan Büyükelçiliği'ne tam bir 'zihin tutulması' egemen olmuş, öfke ve intikam ilkel duyguları öne çıkmış, akıl ve mantık Büyükelçilik kapılarından kovulmuştu.
Diplomatların en faal olduğu dönemdi o günler Amerika için; Meclis'te, gazete bürolarında cirit atıyordu Amerikalı diplomatlar... 1 Mart öncesinde, "Geçmezse Türkiye için hiç iyi olmaz" tehdidini savuranlar, tezkere Meclis tarafından reddedildikten sonra, tehditlerini "Bunu fazlasıyla ödeteceğiz" biçimine çevirmişlerdi.
Nereden mi biliyorum?
Şuradan: Şimdilerde kendisinden 'pop sosyolog' diye söz ettiğim kişi ve birkaç cephe arkadaşının yazıları, gazetelerine attıkları manşetler, o günlerde Amerikan diplomatlarının ruh halini birebir yansıtıyordu. Kendisini 'koltuk diplomatı' haline dönüştürmüş ve 1 Mart tezkeresi geçmeden önce ölesiye bir mücadele vermişti 'pop sosyolog' yönettiği gazeteyle; tezkerenin malum âkıbetinden sonra ise zehirli kalemini benim gibileri yok etmek için kullanmaya başlamıştı...
Tabii, yanına doğal müttefiklerini de alarak...
Katıldığım bir TV programında, benimle aynı platformda bulunmayı göze alamadığı için telefonu kullanarak, tam üç kez, "Stratejik müttefikimiz Amerika'ya söz verdik ve toplum olarak karakter sınavında sınıfta kaldık" cümlesini sarf etmişti 'koltuk diplomatı'...
Türkiye çoğu Amerikalı yabancı gazeteciyle kaynıyordu o sıralar ve neredeyse hepsi benimle de görüşmek istiyordu. Sonunda Christian Science Monitor muhabiri Ilene Purisher'in odağına beni oturttuğu "O yazıyor, güçlüler dinliyor" başlıklı makalesinde "ABD'nin Ankara Büyükelçiliği tezkerenin reddini de ona bağlıyor" cümlesini okuyunca, ilginin sebebi, kafama dank etmişti.
Hiç unutmayacağım bir anekdot da şudur: 1 Mart tezkeresine gidilen günlerden birinde, ABD Büyükelçisi Robert Pearson'un evinde verilen milletvekili ağırlıklı bir yemekte, sonradan yazılarımla hayli hırpaladığım, Wikileaks'in gözler önüne serdiği raporlarıyla şimdilerde adı bir kez daha hatırlanan bir diplomat, uzaklardan yanıma kadar gelerek, "Neler yazıyorsun öyle; sabahın köründe kalkıp Yeni Şafak'a bakma ve yazılarını okuma güdüsüyle güne başlıyorum" demişti.
Uyduruyorum sanmayasınız, ayniyle vâkidir.
Uzunca bir süre karalama kampanyasının hedefindeydik. O günlerde "Türkiye'nin en çok satan gazetesi" olmakla övünen gazetede çıkan dokundurmaların bini bir paraydı. Zahmete katlanacaklar için internette hepsi duruyor. 2003 yılının Mart ayında Hürriyet'te çıkmış yazılara ve manşetlere göz atarsanız göreceksiniz: Nasıl bir hınçla yazıldıkları bugün beni bile şaşırtan bir dizi yazının konusuydum.
Bazıları "Tamamen duygusal sebeplerle" iddiasındaydılar, ancak ben Amerikalı diplomatların "Bundan sonra buradayız, önümüzü kesmek isteyenlerle ölümüne hesaplaşacağız" tehditlerinin üzerlerinde etkili olmasına da bağlıyordum bu yayınları... Ayakta kaldık ve bugünleri görebildik. Çok şükür, görebildik...
Türkiye büyük bir badire atlattı o günlerde. Wikileaks belgeleri öykünün yalnızca küçücük bir bölümüne ışık tutuyor. Hayır, 'belge' diye sunulan raporları yazan diplomatlar 'kof' veya 'çapsız' değillerdi; içleri intikam hisleriyle doluydu ve kinlerini raporlarına geçirmişlerdi.
Kendilerini sürekli fiştekleyen birilerinden duydukları tezvirat ve iftiralara kulak vermelerinin sebebi budur.
Ne yazmışım o günlerde bir daha okuyalım mı: "İleride bu günleri yazacak olanlar, ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nin Washington'a gönderdiği yazışmalara ulaşabilirlerse, hiç kuşkum yok, 'Bu kadar da diplomatik saflık olur mu?' diye saçlarını başlarını yolacaklardır..."
O yazışmalar elimizde şimdi, ibretle okuyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.