Kürtçe için sağlıklı inisiyatif
Kürtçe meselesi bir kere daha sıcak tartışma ortamına gelmiş bulunuyor.
Başbakan, Urfa'dan dönerken bir köy evini ziyaret ettiğinde ve ev halkı ile Tarım Bakanı Mehdi Eker'in tercümanlığı ile konuştuğunda, "Keşke Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan da Kürtçe bilse ve gerektiğinde sadece Kürtçe bilen insanlarla Kürtçe iletişim sağlayabilseler" dedim kendi kendime.
Keşke doktorlarımız, öğretmenlerimiz, bir Kürt vatandaşımızla, onun anladığı dilden iletişim sağlayabilseler.
Sonuçta iletişim sağlamak önemli.
Birisine "Türkçe öğrenme"nin önemini anlatmak için bile Kürtçe bilmek gerekebilir çünkü.
İşte, BDP'li siyasetçiler, "özerkleşme hamlesi"nin bir başka adımı olarak, Doğu-Güneydoğu'da Kürtçe'nin ikinci dil olarak kullanılması için devleti beklemeyeceklerini ve fiilen bu uygulamayı başlatacaklarını açıkladılar.
Ne olacak şimdi?
Grup kürsüsünde Kürtçe konuşuyorlar, Meclis'te Türkçe-Kürtçe karma hitaplarda bulunuyorlar.
Sayın Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı, Meclis'te Kürtçe konuşulmasının, parti kapatma sebebi olarak değerlendirilebileceğini söylediler.
Yani şimdi kalkıp Cumhuriyet Başsavcısı, Kürtçe konuşma sebebiyle BDP için kapatma davası mı açacak?
Böyle bir davanın, HADEP'in kapatılması sebebiyle AİHM'de ceza verilen Türkiye'ye ne faydası olacak?
Bu meselede sağlıklı yol, defalarca parti kapatmak ya da bir talebin görmezden gelinmesi değildir. Çünkü kapatılan partinin yenisi hemen kuruluyor ve toplum gerçekliğinden kaynaklanan bir talep varsa, onu ilelebet ötelemek mümkün olmuyor. Üstelik ötelediğiniz talep, zaman içinde, daha problemli olarak ülkenin önüne çıkıyor.
Hükümet Kürtçe televizyon adımı attı, Türkiye bölünmedi.
Ülkenin doğusunda batısında kardeşliği yaralayıcı herhangi bir tepki olmadı.
Hatta küçük bir ayrılıkçı grup, devlet tarafından atılan bu adım, kardeşliği pekiştirdiği ve farklılık bilincini gerilettiği için rahatsız bile oldu.
Demek ki önemli olan, devletin, hükümetin sorunları tespit edip, derinleşmesine, kangrenleşmesine fırsat vermeden ön alması... İnisiyatif kullanması.
Madem "Kürt sorunu" diye bir şey var. Madem bu sorun, ülkeyi on yıllardır meşgul ediyor. Madem hükümet, bu sorunu önemsiyor ve çözülmesi için yollar arıyor. Madem, bu sorunun devamından beslenen odaklar var. Ve madem, sorunun çözümsüz olarak devam etmesi ülkeye kan kaybettiriyor. Üstelik sorunu daha çözümsüz, daha içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Öyleyse bir an önce çözüm yolunda adımlar atmak lazım.
Diyelim ki, sorunun en temelinde, bir madde olarak "Kürtçe'nin kullanılması" var.
Herhalde şu anda Türkiye'de hiç kimse, "Kürtçe hiçbir biçimde kullanılamaz" noktasında değil. Böyle bir şey gerçeğe gözü kapamak olur, akıl dışı, hatta insanlık dışı olur.
Zaten devlet de Kürtçe televizyon açarak bunu çoktan aşmış durumda.
Ama başka alanlarda Kürtçe'nin kullanılması hangi çerçevede olacak, sorun burada düğümleniyor.
İşte bu noktada, bölgede, yerel yönetimlerde etkin olan siyasi hareket hamleler yapıyor.
Ama bence bu hamleler de sağlıklı ve çözüm getirici şeyler değil. Aksine, problemi daha da derinleştirici nitelikte...
Habur'da olan bitenin, yani "meydan okuyucu" tavırların Kürt sorununun çözümünü nasıl gerilettiği ortada.
Şimdi yeni meydan okuyuşlarla ortaya çıkmak, ülke genelinde derin hassasiyet oluşturuyor.
Bu durumda hükümetin atacağı her adım, sanki gidip, bu meydan okuyuşlara boyun eğme niteliğine bürünüyor. O zaman da hükümet, memleketin başka yörelerindeki halk tepkisini düşünerek adım atmaktan kaçınıyor.
Böylece gerilimler birbirine eklenerek sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Ne yapılmalı?
Bana göre, hükümet, devlet, her ne ise, inisiyatif almalı.
Çözüm noktasında yapılabilecek olanları, devreye sokmalı.
Vatandaşın Kürtçe öğrenme ve konuşmasının, devlet tarafından sakıncalı görülmediğini anlatmalı öncelikle... Bu memleketin Türk'üne Kürt'üne, Sünni'sine, Alevi'sine güven duyduğunu hissettirmeli.
Bu noktada Genelkurmay adına yapılan ve siyasi iradeyi sollayan açıklama, en yanlış tavır niteliğinde.
Öyle bir ülke haline gelmişiz ki, neredeyse "vatandaşın her talebi devletten söke söke alınır" psikolojisi gelişmiş. Bu da, devleti geriyor, toplumu geriyor, kamplaşmalar oluşuyor.
Kamplaşma demek, uçlara savrulma demek. Kamplaşma demek, olabilirlerin bile olamaz hale gelmesi demek.
Onun için hükümetin, devletin, her ne ise, bir an önce, çözüm için adımlar atması zaruret haline gelmiş bulunuyor.
Kürtçe'nin kullanılmasının çok daha rasyonel boyutlara taşınması da, çözüm sürecinin başında geliyor. Bu meselede sorunun varlığından değil, çözüm için geç kalmaktan korkmak lazımdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.