Endişeli modern kaygılı liberal
İkisini de yazmayacağım, hayır... “Endişeli”nin endişesini giderecek sihirli formül bulunamadı henüz.
Liberalin kaygısına gelince...
Liberal AB’yle ilişkilerin tavsadığını, reformların yavaşladığını, “İlerleme Raporu”ndaki gerekliliklerin yerine getirilmediğini, demokratik açılımların askıya alındığını söylüyor ve kaygı duyuyor...
Haklı...
Kaygılı liberale itirazımız şu olabilir:
Kaygını dile getirirken tepeden bakmayacaksın, azarlar bir üslup kullanmayacaksın, hakaret etmeyeceksin, verdiğin desteğin diyetini istemeyeceksin, “ben zor zamanında sana sahip çıkmıştım, öyleyse her dediğime boyun eğmelisin” deyip, kendini “sahip” pozisyonuna sokmayacaksın.
Kısacası, haklıyken haksız duruma düşmeyeceksin.
Bir de “kaygısız”, “sınırsız sorumsuz”, endişeliyse niçin endişeli, kaygılıysa niçin kaygılı olduğunu bilmediğimiz “sosyal demokratlar” var...
Bunlar, kendi kendilerini o pozisyona oturtan adamlar.
Çünkü, sosyal demokrat fikriyatın hangi gerekliliklerini yerine getirdiklerini bilmiyoruz.
Neden kendilerine sosyal demokrat dememiz gerektiğini bilmiyoruz.
Hangi sözleriyle, hangi fiilleriyle, hangi duruşlarıyla bu pozisyonu hak ettiklerini bilmiyoruz.
Paşa bir sabah uyanmış, Türkiye İşçi Partisi’nin görece başarısını görünce ürkmüş, “O zaman biz de ortanın solundayız” demiş... Olmuşlar sosyal demokrat...
Lügatlerinde ne “emek” var, ne “işçi hakları...”
Ne demokrasiden hazzediyorlar, ne açıklık rejiminden.
Militarizme karşılar ama bazı darbeleri çok seviyorlar.
İnançlara saygılılar ama başörtülü yurttaşın hakları konusunda ketumlar.
İfade hürriyetinden yanalar ama farklı görüşlerin ifade imkânı bulmasından rahatsızlar.
Bazen gaza gelip “piyasacı” olduklarını söylüyorlar ama dibine kadar devletçiler.
En önemli hususiyetleri de şu:
Bugün söylediklerini, ertesi gün inkâr ediyorlar.
Bu türün en yalın, en su katılmamış, en kristalize örneği Kemal Kılıçdaroğlu.
Hani “arkadaşlar üzerinde çalışıyor”du ve başörtüsü sorununu bizzat kendisi çözecekti... “Nasıl çözeceksiniz” sorusuna da, “oy verin, görürsünüz” diyordu ya.
Dün, gazetecilerin sorusu üzerine lütfen bir açıklama yaptı ve Danıştay’ın başörtüsüyle ilgili “yasak” kararını savundu.
Daha doğrusu, bu karara “saygı” istedi...
Beğenmeyebilirmişiz ama ortada bir yargı kararı varmış, herkes buna saygı duymalıymış...
Doğru, herkes yargı kararına saygı duymalı...
Fakat, “başkalarının hukuku” söz konusu olunca yargı kararlarına saygı isteyen Kılıçdaroğlu, sıra Ergenekon davası tutuklularına gelince, saygıyı maygıyı bir kenara atıyor.
Dün, gazeteciler, Mehmet Haberal’ın odasında (mahkeme kararıyla) yapılan aramayı da sordular. Birden celallendi ve açtı ağzını yumdu gözünü... Böyle bir şey kabul edilemezmiş, “Türkiye hukuk devleti olmaktan hızla uzaklaşıyor”muş, estekmiş, köstekmiş.
Hani ortada yargı kararı vardı?
Hani beğenmesek de buna saygı duyacaktık?
Demek ki, bizim çocuklara dokunduğunda “Türkiye hukuk devleti olmaktan hızla uzaklaşıyor”, başkalarının çocuklarına dokunduğunda, “Ortada yargı kararı var arkadaşlar, hepimiz buna saygı duymalıyız...”
Öyle mi?
Modernin endişesini, liberalin kaygısını bilmem ama bu kafa beni korkutuyor. Öyle böyle değil, bayağı korkutuyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.