Aydınlar da o gün geldiğinde seçmen olacaklardır
Rahmetli Ecevit'in 1980'lere gelirken "Artık halk da tribünlerden sahaya inmelidir" dediğini hep hatırlarım.
Bilindiği gibi 12 Eylül 1980'de sadece Şeref Tribünü'ndeki generaller sahaya inmişti ve halk da siyaset stadyumundan dışarı çıkartılmıştı.
Halkı seçim sandığı yerine sahaya (veya sokağa) çağırmanın buna benzer sonuçlarını defalarca gördük.
Demokratik siyasetin püf noktası bu işte.
Herkes ve her kesim her konuda görüşünü özgürce seslendirebilecek.
Sivil toplum örgütleri de, çıkar grupları da, katılımcı demokrasinin gereği olarak siyasetin yönünü etkilemeye çalışacaklar.
Ancak bütün bunların sonunda "Halk" oyunu kullanarak nihai tercihi yapacaktır.
İşte bu süreçte demokrasinin en vazgeçilmezleri "Siyasi partiler" ve "Siyasetçiler" dir.
Halk iradesi onlar aracılığı ile yönetime yansır.
Temsili demokrasi gerçeği
Aktif siyasette değilseniz, eleştirirsiniz veya desteklersiniz.
Ama kararı onlar verir.
"Benim söylediklerimi dinlemiyor" diyerek birine öfkelenmek veya "Madem seni destekledim o zaman benim sözümden çıkamazsın" diye siyasetçiyi azarlamak, çocukça bir davranıştır.
Siyaseti seçim kazanan siyasetçiden daha iyi bildiğini zannedenler için izlenecek en doğru yol aktif siyasete girmektir.
"Siyaset cahil halka bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir" diyen cahil despotların serüvenlerini birlikte izliyoruz.
Ayrıca "Siyaset siyasetçilere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir" diyen darbecilerin neler yaptığını da yaşayarak öğrendik.
Bu açıdan kendilerini sağcı, solcu, laikçi, liberal, ilerici, muhafazakâr veya başka bir çerçeveye oturup tanımlayan Türk "Aydınlar" ının dünya gerçekleriyle ve demokratik siyasetin gerekleriyle imtihan edilmeleri hiç bitmeyecek.
İmtihan bitmez ki...
Bütün ideolojilerin serbest bırakıldığı 1960'larda bu imtihana Türk solunun aydınları girdiler ve topyekûn sınıfta kalındı.
Ne CHP'yi, ne TİP'i, ne sendikaları beğendiler.
KİT'leri sosyalistliğin kurumları sandılar.
Reform isteyenlere "Gardırop Atatürkçüsü" dediler.
Seçmenin iradesine karşı silahların namlularını ileri sürüp, neo-Bonapartizm'i "Milli Demokratik Devrim" diye sundular.
12 Mart 1971 darbesi ile bu imtihan sona erdi.
Bu defa sadece kendini solcu sananların değil her çeşit aydının imtihanı sürmekte.
Ergun Babahan, Neve Şalom'daki Holocaust'u anma töreninde Süzet M. Sidi'nin konuşmasını dinlerken yakaladığı çarpıcı gerçeği Star'daki yazısında şöyle anlatmıştı.
"Sidi, bu korkunç soykırımı kimyageri, tıp doktoru, mühendisi ve hukukçusu ile Alman toplumunun en eğitimli kesiminin gerçekleştirdiğini hatırlattı. İnsanlara nefret edecekleri bir hedef gösterirseniz, eğitim düzeyinin önemi kalmaz."
Aydın seçmen olmak...
Önümüzde bir genel seçim daha var.
Bu seçimde de siyasi partilere ve siyasetçilere oy verilecek.
Çeşitli partileri ve liderleri ister beğenin, isterseniz onları yerin.
Hatta isterseniz kendinizi onlardan daha bilinçli, daha kararlı görün.
Ama halk siyasi tercihini onlar üzerinden yapacak.
Yani "Ben aydınım" diyerek siyasetçileri aşağılamayın, kendinizi onlardan üstün görmeyin, egosantrizminize kapılıp demokratik siyasetin gerçeklerini görmezden gelmeyin.
Kendi özel yaşamınızda bile gözetmek zorunda olduğunuz dengeleri unutup, siyasetçilerin gözetmek zorunda olduğu ulusal ve global dengeleri hafife almayın.
Eleştiri özgürlüğün bir yan ürünüdür.
Ama eleştirmek ile karar vermek farklı şeylerdir.
Sonunda sandığa gittiğinizde siz de karar veren olacaksınız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.