Askerin konumu
Medyada askere karşı birbirine zıt iki tavır gözleniyor. Bir taraf onu darbecilikle suçluyor ve yargı haberlerinin arka planına törenlerde yürüyen askerleri koyarak iddialardan tüm askerlerin sorumlu olduğunu algısını yaratıyor. Diğerleri bunların tamamen uydurma olduğunu ima ederek askerin buna karşı sessiz kalmasını onun kağıttan kaplan oluşuna bağlıyor.
Bu tavırların ikisini de kabul etmiyorum. Ordunun siyasete müdahalesine karşıyım ve bunu yaşantımla ispatladım. Ama orduya yönelik psikolojik savaş en az bir asker kadar beni ilgilendirir ve bununla mücadeleyi en büyük görevim sayarım.
Önce darbelerin tek sorumlusunun askerler olduğu iddiasına katılmıyorum. Medya kamuoyunu hazırlıyor, devletin diğer kurumları, özellikle siyasi iktidar gereken tedbirleri almıyor. Mesela 12 Eylül öncesinde medya tek çözümün askerin müdahalesi olduğu kanısına destek oldu hem de siyasetçiler eylemlerin bir provokasyon olduğunu, arka planda dostlarımızın olduğunu söylemediler. Devletin ülkeye yönelik projeleri izlemesi ve gerçeği yansıtmasını beklediği istihbarat kurumu olayın komünist bir devrime hazırlık olduğunu ve Sovyet devrimini hatırlattığını söylerse asker ne yapabilir? Ordunun siyasi değerlendirme yetkisi ve görevi yoktur ama siyasi iktidar dünyadaki siyasi gelişmeleri takip ederek bu eylemlerin arkasında kimin olabileceğini tahmin edebilirdi. O dönemde terörü durdurmanın kolay olduğunu, eğer Genelkurmay Başkanı “boşuna uğraşmayın darbe yapmayacağım” derse amaç ortadan kalktığı için araca gerek kalmayacağını söyledim. Nitekim darbe olur olmaz anarşi kesildi. Bu gibi durumlarda dış mihraklar tek bir kurumda değil tüm kurumlarda örgütlüdür.
28 Şubat süreci medyayla bazı askerlerin ortak projesidir. O zaman o kadar iç içeydiler ki kimin kimi yönlendirdiğini kestiremedim.
Son darbe iddialarının bir özelliği var. Bununla ilgili deliller devletin bir kurumu, yani polis veya istihbarat tarafından mahkemeye sunulmuyor. Bilinmeyen bir odak son derece yaygın ve etkili bir biçimde bilgileri toplayıp önce basına sızdırıyor sonra bunlar delile dönüşüyor. Bu iddiaların geçersiz olduğu anlamına gelmez ama devletin dışında bir gücün ülkeyi yönlendirdiği sonucu çıkabilir. Mahkemelerin görev alanına girilmemesini anlıyorum ama devletin hiç bilmediği şeyleri bilen bu gücün kim olduğunu merak ediyorum.
Ben olsaydım hem siyasete müdahale iddialarını araştırır hem benden daha çok ülkeyi tanıyan ve bilenin kim olduğunu arardım.
Çözüm şudur: Milli Güvenlik kurulu ülkeye yönelik tehdit ve operasyonları değerlendirmelidir. Bu kurumu siyasete müdahale olarak algılamak yerine doğru değerlendirme için devletin tüm kurumlarının birleştiği yer olarak algılanmalıdır. Bu aynı zamanda bu kurumların sorunlarının ortaya çıkmasına da yarar. Mesela MİT bugüne kadar ülkeye yönelik operasyonları doğru değerlendirememişse gerekli önlemler alınır. Askerlere ve siyasetçilere nerede yanıldıkları söylenir.
MİT darbe teşebbüsünü tarihinde bir kere, 12 Mart’ta izledi. Ama izleyenlerin başına gelmedik kalmadı. Halk darbecileri izleyenlerden daha çok korudu, devlet bunu hiç olmamış saydı. Ülkeye yönelen tehditleri devlet kurumları mı izleyecek yoksa olanları bilmediğimiz bir güçten mi öğreneceğiz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.