Daroğlu
Dili varmıyor... Bir türlü tavır takınamıyor, reddedemiyor, karşı çıkamıyor... "Darbeye de darbecilere de kesinlikle karşıyım" cümlesi ağzından dökülemiyor... "Tel'in etmekten, lanetlemekten" falan vazgeçtik, yarım ağız kınamaya razıyız, ı ıh...
Utanmasa savunacak, bazı yardımcıları gibi ar damarı hepten de çatlamamış olduğu için utanıyor...
Savunamıyor...
Gönlü "o tarafta" ama o tarafın umarı da çıkarı da bulunmadığının farkında.
Gönlünü bu tarafa yatırmak istiyor ama bu şekilde hiçbir seçimi kazanamayacağını da iyi biliyor. (Örneğin, basın soytarılarının "Adana'da büyük bir coşkuyla karşılandı" üfürmelerinin kendisine Adana'dan getirse getirse bir tek, ama bir tek milletvekili getireceğini görüyor... Adana'dan üç mebusları var, iki yüz bin seçmen eder, şimdi altmış bin kişi toplanmış, coşku büyükmüş!)
Onun için de "kem küm" yolunu seçmek zorunda kalıyor.
Yeri de dar, yeni de dar.
Ne sağcı olabiliyor ne solcu (işin kötüsü, futboldan da anlamıyor.) Solculuktan anladığı, "fakir fukaraya para dağıtmak" düzeyinde memur merhameti... Sağcılıktan anladığı, dindarlık.
Parti içinde hem sosyaldemokratlara göz kırpmak zorunda hissediyor kendini, hem postalcı faşistlere. İnönü gibi bir tür "denge uzmanlığı" peşinde ama çapı İnönü kadar yok ve olamaz.
Çünkü genel başkan ama "lider" falan değil.
Çünkü bulunduğu mevkiye gelmedi, parti içi bazı politika namussuzları (kasetçiler!) ve parti dışı bazı basın hokkabazları sayesinde, getirildi.
Çünkü pek pek, bir bürokrat iktidarında önemsiz bir çalışma bakanı falan olabilir, o kadar.
"Parti değişti" palavrasını, kendisini üfüren "basın velinimetlerinin" de gazıyla kamuoyuna sıkmaya çalışıyor, kendi yandaşlarına bile yutturamıyor.
Hani bir darbe olsa, "sivil görünümlü kukla başbakan" kontenjanından o koltuğa oturtulacak adam bile değil. (Cem Uzan da değildi, bana sorsaydı söylerdim.)
Tam "Kürt kimliğini silmeye", kendini "Horasan'dan gelme Kayı boyundan öz Türk" olarak yutturmaya yelteniyor, yardımcısı çirkin bir laf ediveriyor, "Kürtler kucağımıza oturacaklar" deyiveriyor, işin tadı kaçıyor...
Tam demokrat geçinmeyi allayıp pullayıp okutacak, bir başka yardımcısı "ordu da kâğıttan kaplanmış ha, becerip de bir darbe yapamadı" deyiveriyor, rezil oluyor.
Kodesteki gazetecileri aday gösterip kurtarmak istiyor, cesaret edemiyor.
Orduya kızmak istiyor, "siyasi genleri" uygun olmadığından, kızamıyor.
Bazı liberallerin başbakanla papaz olduklarını görünce bir umutla onları kendi yanına kazanmak için çağrıda bulunuyor, alay konusu oluyor.
Eh, o zaman da, "en büyük rakibi"
Devlet Bahçeli bastırıveriyor tavrı: Darbeciler ordu içinden ayıklansın!
Hadi buyur burdan yak...
Şuncağızı dili varıp da söyleyemeyen bir adam...
Balyoz davasını "kaygıyla izleyen" ama Hrant Dink davasını kaygıyla izlememiş bir adam...
Deniz Baykal bir zamanlar onun için
"Allah kimseyi Kemal Bey'in eline düşürmesin" demişti. "Allah kimseyi Kemal Bey'in durumuna düşürmesin" deseydi daha iyi ederdi.
Allah kimseyi "endişeli seçmen" durumuna da düşürmesin. Bu durumda Kılıçdaroğlu'na mı vereceksin oyunu, Bahçeli'ye mi? Hadi bakalım kolay gelsin, bir acayip ince iş.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.