İslamcılar ve Demokrasi
Efgani'den günümüze kadar gelen meşhur İslamcılar, İslam'ın demokrasi ile ilişkisi konusu ile de meşgul olmuşlardır.
Demokrasinin İslam ile bağdaşmadığını söyleyenlerin en radikal olanı merhum Seyyid Kutub'dur. Ona göre demokrasi, İslam öncesinin çağdaş ikizi olan Batılı düzenin bir parçasıdır ve İslam'a aykırıdır. Şûraya (erbabına danışmaya) yer veren adil bir tek kişinin yönetimini öngören ve ancak iyi (salih, ahlaklı) olanlara hürriyet bahşeden bir düzen İslam'a uygundur.
Efgani, Abduh, Tunuslu Hayreddin Paşa, Abdurrahman Kevâkibî, Reşid Riza, Hasenu'l-Bennâ (dolayısıyla İhvan), İbn Bâdîs, Allâl el-Fâsî, Malik b. Nebî, Mevdûdî, Raşid Gannûşî ve Yusuf Kardâvî demokrasinin mekanizmaları, siyasi ve sosyal hedefleri bakımından İslam'a aykırı olmadığını, bir İslam devletinde temel başvuru kaynağı Kur'ân ve Sünnet olmak şartıyla demokrasinin uygulanabileceğini ileri sürmüş ve savunmuşlardır.
Tabii bu zevatın detaylara inildiğinde farklı görüşleri vardır; mesela Hasen el-Bennâ birden fazla partinin (bugün bilinen ve uygulanan particiliğin) ümmeti bölmekten başka bir faydası olmadığını söyleyerek buna ve laikliğe (dinin devlet ve siyasetin dışında tutulmasına) karşı çıkmıştır. Bunların dışında demokrasi ile ilgili değerlendirmesi şöyledir:
"Avrupa'dan taşıdığımız bu parlamenter sistemin temel kurallarında, İslam siyaset sisteminin kurallarına aykırılık yoktur. Bu konuyu araştırmak isteyen bir kimse 1341/1923 tarihli Mısır Anayasası'nın şu maddelerde özetlenen temel kurallarına baktığında bu sistemin İslam'a yabancı veya ondan uzak olmadığını görecektir:
a) Bütün çeşitleriyle kişiye ait hürriyetlerin korunması,
b) Yetkinin ümmette olması ve yönetimin ona danışması,
c) Yöneticilerin halka karşı sorumlu olmaları ve halkın onlardan hesap sorma yetkisi,
d) Bütün erklerin sınırlarının belli olması.
Bunlar, İslam'ın rejim ve siyasi sistemin şekli konusundaki öğretisine ve kurallarına tam olarak uygun düşmektedir.
Bu sebeple İhvan, anayasaya dayalı siyasi sistemin, dünyada mevcut sistemler arasında İslam'a en yakını olduğuna, hatta bunun İslam'dan alındığına inanmaktadır (Mecmuatu'r-resail, 5. kongre kitapçığından)".
Demokrasi ile İslam'ın bağdaşabileceğini söyleyen İslamcıların birleştiği bir nokta "İslami demokraside laikliğin olamayacağıdır."
Demokrasi konusunda en çok tartışılan ve ihtilafa sebep olan husus "hakimiyetin kime ait olduğu" meselesidir.
İslam adına demokrasiye karşı çıkanlar, "demokrasilerde hakimiyet halka aittir, İslam'da ise Allah'a" demişlerdir. Taraftar olanlar ise İslami demokraside halka ait olan hakimiyet siyasi hakimiyettir; yani "yöneticinin seçimi, denetimi ve gerektiği zaman değiştirilmesini" ihtiva eden hakimiyettir ve bu alanda halkın karşısında haşa Allah değil, totaliter yöneticiler vardır; halk hakimiyeti Allah'tan değil, bunların elinden almayı talep ederler. Bağlayıcı meşruiyet kaynağı ilahî (vahiy) olduğu sürece Allah'a ait olan hakimiyete tecavüz söz konusu olamaz.
Böyle bir demokraside farklı inanç, ahlak anlayışı ve hayat tarzına sahip olanların durumu (hak ve hürriyetleri) ne olacaktır?
Şüphe yok ki liberal demokrasilerdekine nispetle daha sınırlı olacak, İslam nüfusunun büyük çoğunluğu veya hakimiyeti temsil ettiği bir devlette umumi ahlak anlayışı farklı olacağı ve bunun da kamu düzeni ile ilgili bulunduğu göz önüne alınırsa -en azından- İslam ahlakına aykırı davranışların kamuya açık alanlarda icrasına kısıtlama gelecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.