Sahte özgürlükçüler yürüyüşü
Hepsi için demiyorum... Hayatında hiç vicdanlı olmamış, “öteki”ni anlamaya çalışmamış, merhamet nedir bilmemiş, ahlakın kıyısından bile geçmemiş, üstelik çakallıkta kimselerin eline su dökemeyeceği mebzul miktar sahtekâr vardı gazeteciler yürüyüşünde.
Ki, bir bölümünü 28 Şubat sürecinden tanıyoruz.
Lehçeleri ve çehreleri ele veriyor onları...
Utancın bile karartamadığı besili, semiz, “Beyaz Türk” suratlarından teşhis ediyoruz...
Daha kaşarları, 12 Eylül’de de renk ve görüntü vermişlerdi; “Paşam şu darbeyi iyi ki tam zamanında yaptın... Yoksa birbirimizi boğazlayacaktık” diye serenat yapmışlardı.
Kenan Evren’in kitabını (anılarını) bulup okuyun.
Mevcudu tükenmiştir.
Kütüphaneye gidin... “Solcuymuş gibi” yapan özgürlükçü ağabeylerinizin hal-i pür melalini görün.
Hayır, tabii ki bir yönüyle destekliyorum bu yürüyüşü.
Basın emekçileri vardı kalabalığın arasında.
Sevdiğim, sağduyusuna güvendiğim insanlar vardı.
Protestoyu anasının ak sütü gibi hak kazanmış gerçek gazeteciler vardı.
Nedim ve Ahmet’e içi yanan ama yaşadığımız “özgürlüksüzlük ortamının” Nedim ve Ahmet’le sınırlı olmadığını, basın özgürlüğü önündeki engellerden birinin ve en önemlisinin “vesayetçi yargı sistemi” olduğunu teslim eden hakiki solcular vardı. Yıldırım Türker bile vardı yahu... Sırrı Süreyya vardı. Daha ne!
Buna mukabil, darbe dönemlerinin “psikolojik savaş neferleri...”
Kendisini “uzun yürüyüş”te sanan heveskâr eylemciler.
Karargâh sözcüleri.
Paşasının gazetecileri...
Hiltoncular...
Halkın değer tercihleriyle savaşmayı “gazetecilik” sanan patron uşakları...
Sansür uygulamalarını Sultan Abdülhamit dönemiyle sınırlı tutan ama bir türlü Cumhuriyet dönemine gelemeyen medya esnafı...
Ergenekon solcuları.
Balyozcular.
Ne kadar pespaye adam varsa tam tekmil oradaydı ve Nedim’le Ahmet üzerinden “meşruiyet devşirmeye” çalıştılar.
Bu aslanlardan bir yürüyüş de 1000 yılla yargılanan Mehmet Baransu, 100 yılla yargılanan Şamil Tayyar ve “soruşturmanın gizliliğin ihlal” bahanesiyle 5 binden fazla davaya muhatap kılınmış “yandaş gazeteciler” için bekliyoruz. Basın özgürlüğü talebinin “Ergenekon tutuklamalarıyla” sınırlı olmadığına bizleri inandırsınlar.
Haa, diyebilirler ki, “Söz konusu gazeteciler bizi teşhir ediyor, Ergenekon’la göbek bağımızı deşifre edip ipliğimizi pazara çıkarıyor...”
Bu konuda haklılar.
Ben de olsam kulağımın üstüne yatardım.
HAŞİYE 1.
Bu “Haşiye” işini sevdim. Ama sebat edemeyeceğim galiba. Belki de bu son uygulama olacak. Madem başlık açıldı, devam edeyim o halde: Gazeteciler yürüyüşünün simgesi “ağzı bantlı Sedat Ergin fotoğrafı”ydı... Fotoğrafta eksik var bence; gözüne bandaj, kulağına da tıkaç gerekiyordu. Arkadaşımız “üç maymun” • oynama konusunda hüner sahibidir çünkü.
HAŞİYE 2.
Ben “istihza”nın, “şaka”nın, “latife”nin, “ironi”nin ne olduğunu biliyorum... Adamınız bilmiyor... Bilmediği için de, “latife” yapmış olduğu bilgisini “istihza yaptım” tamlamasıyla açıklamaya çalışıyor... Sadece terbiyesi değil, Türkçesi de bozuk...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.