Sorun bizde
Sorun bizde, yani İslam toplumlarında; halklarda, yönetimlerde...
Yönetimlerimiz problemli, sistemlerimiz problemli, yer altı yer üstü zenginliklerimize hakim değiliz, statükoyu koruyanlar, bu coğrafyayı sömüren dış güçlerle irtibatlı ve halklar yönetimleri değiştirecek bilinç birikimine ve örgütlülüğe sahip değiller.
Yönetimler halkı dövüyor, kendi kendimizi kurtaramıyoruz, sonra yönetimleri o güne kadar halka zulmederken destekleyenler gelip, onları deviriyor, devirirken bir kere daha halk acı çekiyor, olan biteni seyrederken acı duyanlar feryat ediyor ama onlar da köklü bir değişim için güç koyamıyor, böyle böyle acı içinde zaman akıp gidiyor.
Türkiye'den halklar ve biraz da aydınlar planında bir şey bekleniyor.
Ne de olsa, son zamanlarda bir güç olarak yıldızı parladı.
Ne de olsa, Osmanlı gibi bir büyük devlet geçmişi var.
Herkes hâlâ Türkiye'de, akışı değiştirecek bir güç olduğunu var farz ediyor.
Ama Türkiye nasıl davranması gerektiği konusunda tereddüt geçiriyor.
Bir yanda zalimleşen bir yerli lider var, halkı katlediyor, onun nasıl etkisiz hale getirileceği konusunda, Arap dünyasında bir tavır gelişmiyor, genelde İslam coğrafyasındaki liderlikler sorunlu, onlara yönelik kategorik bir tavır geliştirmek zor ve Libya'ya yönelik uluslararası askeri müdahalenin kanlı bedellerine taraf olmak istenmiyor, bu durumda nerede duracaksınız, gerçekten zorluk var.
Bir de bu tereddüdün bölgesel güç karizmasının çizilmesi hadisesini dikkate aldığınızda, işin ne kadar zor olduğu görülüyor.
İşte böyle bir ortamda, Başbakan Erdoğan, Cidde Ekonomik Forumu'nda İslam dünyasından gelen temsilciler huzurunda bir konuşma yapıyor.
Başbakan Erdoğan'ın konuşması, yansıttığı kalp acısıyla ve bu acıyı dindirmek için yapılabilen şeylerin azlığı ile bu zorluğu ortaya koyuyor. Maalesef hitap edilen dünya da, acıları dindirme noktasında, en azından Türkiye'ye, Erdoğan ve kadrosuna "Hadi birlikte yapalım" gibi bir ümit vermiyor.
Gelin şu satırları birlikte okuyalım:
"Değişim, kaçınılmazdır. Değişim, ihmal edilemeyecek, ıskalanamayacak, ertelenemeyecek bir süreçtir. Değişim kadar önemli olan mesele, değişime liderlik etmek, halkın önünden giderek değişime olumlu yönde istikamet çizebilmektir. Ben her zaman söylüyorum, şahsımdan başlayarak söylüyorum, bütün miting meydanlarında söylüyorum, 'hasibu kable entuhasebu...' Hepimizin gideceği yer, en nihayetinde kara topraktır. Kefenimizden başka bir şey var mı? Koltuklar liderlere güç katmaz, liderler koltuklara güç kazandırır.
Gün, silahları kendi halkına doğrultma değil, kendi kardeşine doğrultma değil, kucaklaşma günüdür. Gün, kan akıtma günü değil, kan davalarını bitirme günüdür. Artık birbirimizi nasıl alt ederiz, nasıl etkisiz hale getiririz, dışlarız diye değil, birbirimize nasıl adaletle, uhuvvetle, şefkatle davranırız, gün işte buna yoğunlaşma günüdür.
Biz, kardeşlik derken, dayanışma derken, Libya'da sivil halka yönelmiş silahlar, kurşun vızıltıları vicdanımızı kanatmıştır. Aynı kıbleye dönen, Mekke'ye yönelen insanların, Irak'ta camilerde katledilmesi umutlarımızı incitti. Bu tabloyu hak etmiyoruz.
Tunus'ta, Mısır'da, halk değişim için sesini yükselttiğinde, biz Türkiye olarak Mısır ve Tunus yönetimine gereken uyarıları yaptık. Kendilerine, çok net bir şekilde, çok samimi bir şekilde, halkın sesine kulak vermelerini, halkın taleplerine dikkat kesilmelerini tavsiye ettik. Aynı ilkeli tavrımızı Libya konusunda da ortaya koyduk. 'Libya'da hiç kimsenin burnu kanamasın' dedik, Libya'da yere düşen her can bizim canımızdır dedik. Halka bombalarla yapılan saldırıları tasvip etmediğimizi gerekli olan lidere söyledik. Söylemekle de kalmadık, yönetimi itidale çağırdık, halkın sesine kulak vermeye çağırdık. Her iki tarafla da görüşmeler yaptık. Tavsiyelerimizi, uyarılarımızı ortaya koyduk, hiç kan akmadan, kimse mağdur olmadan Libya istikametini belirlesin istedik.
Keşke Libya'da olaylar bu noktaya gelmeden çözülebilseydi. Keşke Libya, Mısır ve Tunus gibi değişim sürecini bu tür bedeller ödemeden tamamlasaydı. Ne yazık ki bu olmamış, hadise hiç arzu etmediğimiz bir yere gelmiştir. Libya'nın, kendi iradesiyle, kendi kararıyla kendi istikametini belirlemesini arzu ediyoruz. Tabii ki askeri müdahalenin, bu operasyonun bir an önce sonuçlandırılmasını, Libya'nın bir an önce istikrara kavuşmasını arzuluyoruz. O safhayı geçti."
Bu sözler yakıcıdır.
Bu sözler, bir yürek yangınının yansımasıdır. Bence son derece samimidir.
Ama bu sözler benim gibi, diyelim, bir kanaat önderinin söyleyeceği sözlerdir.
İnsan diyor ki, keşke bir İslam ülkesi lideri, bu acılı duyguların Irak'ta, Afganistan'da, Libya'da ve daha birçok yerde tekrar tekrar yaşanmaması için "Yeni bir İslam dünyasının inşası" yolunda hamleler yapabilecek gücü bulabilse...
Mehmet Akif, "Ağlamak faide verseydi babam kalkardı" der. Bunu, aşağı yukarı 100 yıl önce söyler.
Mehmet Akif, bu coğrafyanın insanını sarsar.
Hâlâ Mehmet Akif sarsıyor.
Ben Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının, İslam coğrafyasında yaşanan acıları yüreklerinde hissetmelerini önemsiyorum. Bu yakıcı duyguyu, gittikleri her platformda yüreklere taşıma gayretini önemsiyorum. Belki de bu tür sarsıcı tavırlar, başka yürekleri de tutuşturacak ve kendi kendimizi inşa yolunda gayrete soyunacağız.
"Batılı koalisyon güçlerinin, bizim despotlarımızı terbiye etme bahanesiyle İslam topraklarını dövdüğü yeter" diyeceğiz bir gün.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.