Etme birader
Hürriyet’te, değişik düşüncelerden gelmiş irili ufaklı Tufan Türenç’ler bulunduğunu daha önce yazmıştım.
Nedense Aydın Bey bunları çok seviyor ve hep aynı çatı altında topluyor. Oysa, araya birtakım Sedat Ergin’ler serpiştirse fena mı olur?
Bu arada, Tufan Bey’e (gerçek Tufan Türenç’e) ayıp edildi.
Kalemi elinden alındı... Kötü oldu.
Hele, kendi ifadesiyle, “seçim sürecinde” tenzil-i rütbeye uğraması daha da kötü oldu ve “istenmeyen spekülasyonların” önü açıldı...
Bırakınız yazsın...
Bırakınız kurtlarını döksün...
Denilenlere göre, Tufan Bey bilgi ve birikimini, bundan böyle, yazı işleri servisinde değerlendirecekmiş. Oysa biz, bilgi ve birikimini “köşe yazılarında” dercetmesinden hoşnuttuk. Son günlerde “entelektüel” arkadaşla amansız bir yarış içindeydi ve zaman zaman onu geçiyordu. Hatta ondan daha beliğ, daha fesih, daha “aydınlatıcı” yazılar yazıyordu.
İlle bir “azaltmaya” gidilecekse, “sonradan olma” Tufan Türenç’lerden taviz verilebilirdi. Mesela, “liberal” kontenjanından gelip kısa sürede rüştünü ispat eden, yazı sayısı azaltıldıktan sonra da çaresizce Oda TV’lerde, şurda burda dolaşan arkadaştan eksiltme yapılabilir, “Sen biraz dinlen hele...” denilebilirdi...
Neyse, Enis’in işleri... Biz fikrimizi söylemiş olalım.
Hürriyet, sadece Tufan Türenç’leriyle değil, kötü yazarlarıyla da ünlü.
Mesela?
Mesela Mehmet Yakup Yılmaz...
Bu yazıdan sonra, inanıyorum ki okuru artacak, hanesine düşen “tık” sayısında azami bir yükselme olacaktır. Bunu da küçük bir meslektaş kıyağı saysın.
Hayır tabii, “kötü” derken, istiskal peşinde değilim.
Kendisi iyi bir adamdır.
Sordum soruşturdum, “İyidir” dediler... Genel yayın yönetmenliği yaptığı mecralarda, çalışanları çok hoşnutmuş; titizliği kadar, “anlayışlılığı” ve sevecenliğiyle de ünlüymüş.
Mümkündür.
Fakat bu “iyi” ve “anlayışlı” adam çok kötü yazılar yazıyor. “Yönetici Mehmet Yakup” iyi kötü tanınıyordu, “çalışmalarına” itibar ediliyordu ama “yazar Mehmet Yakup” diye biri hiç yok...
Ne yazıyor, yazdıkları hangi etkiyi uyandırıyor, kim okuyor? Bilen yok...
Üslup sahibi değil, esprili değil, derin değil, cafcaflı değil, Yaşar Kemal’in ifadesiyle cümleleri “menevişli” değil... Bütün bu eksi özellikler, büyük bir gazetede köşe sahibi olmasına engel teşkil etmiyor ne yazık ki.
Niçin yazdığını kendisinden başka bilen yok.
Hakkını yemeyelim... Onu benzerlerinden ayıran bir hususiyeti var:
Marksistliği...
Bir karşılaşmalarında, Rasim Ozan Kütahyalı’ya “Ben 13 yaşımda Marksist oldum” demiş.
Herhalde bütün külliyatı yutmuştur.
İyi de, köşe yazarlığı için “ayırıcı vasıf” olabilir mi bu?
Kaldı ki, erken Marksistliğin izlerini de göremiyoruz yazdıklarından. Bir düşünce sistematiği ve felsefe olarak (hadi “hayat pratiğini” de ekleyelim buna) Marksizm’in Yakup’ta nasıl yaşadığını bilmiyoruz. Memleketimizin namlı Marksistleri de bilmiyor...
Uzatmayayım...
Bu yazıdan amaç, “Hükümet yandaş gazeteciyi kurtarma yasası çıkarıyor” diyen Yakup’u mahcubiyete zorlamaktı. Ama onda mahcup olacak göz yok.
Lafımı söyleyip öyle gideyim yine de:
Bu arkadaş, nerdeyse her cümlesinin içine özenle bir “yandaş” sözcüğü sıkıştırıyor.
Hangi özelliğiyle, hangi “bağımsız ve tarafsız” konumuyla başkalarını tanımlama, onları “lakapla aşağılama” hakkını elde ediyor, bilmiyorum ama, ben kendisinin kimlere “yandaşlık” yaptığını sıralasam, bu sayfada yer kalmaz.
İşin “terbiye” boyutunu hiç kurcalamadım, gördüğünüz gibi.
Son tahlilde, Hürriyet’e yakışan adamlar bunlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.