İslamcılık ve şiddet
İslam'da hem adalet, merhamet, fedakarlık, sevgi, yardımlaşma vardır hem de gerektiği zaman ve yerde şiddet vardır. Bir din savunma ve korunma amaçlı da olsa savaşa izin veriyor, hatta emrediyorsa, bazı suçlara sopa dahil ağır cezalar koyuyorsa, toplum içinde aleni olarak işlenen ayıp, günah ve çirkin fiillerin gerektiğinde güç kullanılarak engellenmesini istiyorsa burada şiddetten söz edilebilir. Ancak hiçbir mümin, hem hakimi, hem şahidi, hem infazcısı olarak şiddet uygulayamaz. Adına şiddet diyebileceğimiz uygulamalar hakimin kararına, devletin yetki vermesine dayanır ve ancak memurları tarafından infaz edilir.
Bir sahâbî Peygamberimiz- (s.a.)'e, "Eşimin bir şahıs ile zina ettiğini görürsem ne yapacağım" diye soruyor, Peygamberimiz de ona şu cevabı veriyor: "Dört şahidle ispat edersin". "Onları öylece görünce gidip dört şahid mi arayacağım?" diye mukabele edince de "Ya dört şahid veya cinayet işlersen ceza" cevabını alıyor.
Peki ne yapacak?
Ya dört şahidle ispat edecek ve zina edenler cezalarını çekecekler veya mahkeme önünde mülâane denilen usulde yeminleşerek ayrılacaklar.
İşte hukuk devleti.
İslamcılık üzerine yorumlar yapanların bir kısmı "siyasetsiz ve şiddetsiz İslamcılık olmaz" diye tutturuyorlar.
Ben de ısrarla diyorum ki, İslamcılık için siyaset ve iktidar mücadelesi yalnızca bir araçtır, bunun da hangi aşamada nasıl başlayıp yürütüleceği ictihad konusudur. Şiddet ise İslamcıların ancak zaruret halinde (korunması gereken değerleri koruyabilmek için başka çare kalmadığında) başvuracakları bir araç olabilir.
Bugünlerde bazı İslam ülkelerinde -görünürde gençlerin başı çektiği- bir isyan hareketi var: İstibdada, zulme, yolsuzluğa, ahlaksızlığa isyan ediyorlar. İsyancıların en azından içlerinde İslamcılar da var; bazı hareketleri onların yönlendirmiş olmaları da mümkün. Bu hareketlerde dikkatimi çeken iki husus oldu:
Yemen'deki hareketin sözcülerinden olan bir genç, Kur'an'da anlatılan Habil ile Kabil mücadelesine atıfta bulundu, ilgili ayeti okudu; yani "Sen beni öldürmek üzere elini kaldırsan da ben sana el kaldıracak değilim" dedi. Gerçekleşen durum da bunu onaylıyordu; polis onlara kıyasıya şiddet uyguluyor, onlar ise yalnızca taleplerini dile getiriyorlardı.
Mısır ve Tunus isyanlarında da sözcüler ve pankartlar hareketin barış içinde (kendileri şiddete başvurmadan) devam edeceğini ısrarla belirtiyorlardı.
Libya'da devlet eliyle katliama başvurulunca isyancılar meşru müdafaa hakkını kullandılar.
Bu tutumun özünde İslam'ın etkisi kesindir.
Hasılı şiddeti isyancılar ve İslamcılar değil, onlara karşı olanlar uyguladılar ve uyguluyorlar.
Bu isyanların İslam ve İslamcılık ile bir alakasının olmadığını iddia edenlerin olayları doğru okuyup değerlendirmekten uzak olduklarını düşünüyorum.
"Bekleyin, yeni düzen kurulunca orada İslam'ı göreceksiniz".
Bir başlangıç olarak da Mısır Anayasası'nda "Devletin temel referansının İslam olacağı" kararını hatırlamakta fayda var.
Evet bu hareket hürriyet, adalet, demokrasi diyor, ama referansı İslam olmak şartıyla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.