Vizyonun yoksa ‘proce’ varsa ‘proje’ dersin
Kıskançlık, cehalet, kültürsüzlük ve önyargı kol kola girdi mi, herkesi heyecanlandırması gereken, uzun yıllardan bu yana, ülke insanını ilk kez böylesine coşturan “Kanal Projesini” alır “yahu bu proje mıroje değil proce proce!” diyerek sırıtırsın pişmiş kelle gibi.
Bakınız, Hoover Barajı 1931-1935 yılları arasında Colorado Irmağı üzerinde yapılmıştı. Böyle bir baraj tarihte bir ilkti. Ta 1886 yılında ilk kez gündeme gelmiş, yıllar yılı birçok kişi ortaya çıkıp bu barajın nasıl yapılamayacağını anlatmıştı. Dönemin ABD Başkanı Roosevelt “Hoover Barajı’nı yapacağız” dediğinde de, neden yapılmaması gerektiğini, projenin asıl sahiplerinin Başkanlar Grover Cleveland ve Taft olduğunu söylemişti, bir yaşam boyu ülkeye tek çivi çakamayan ya da çakanlarla dalga geçenler!
Hoover Barajı’nın temeline ilk harcı koyan Başkan Franklin Delano Roosevelt ise gülüp geçmiş ve cevap dahi vermemişti. Baraj bitti; şimdilerde yılda 1 milyon kişi gelir ve insanın doğaya vurduğu dizgini sergileyen bu yapıyı hayranlıkla izler.
Kanal Projesi ile bugün dalga geçenlerin derdi Tayyip Erdoğan değil. Türkiye’yi güdük ‘kalkınmakta olan ülkeler’ sarmalında debelenen dolayısıyla da, bir lokma bir hırkayla gününü geçiren insanlar ülkesi olarak bırakmak işine geliyor onların. Çünkü koyun gütmek kolaydır. İnsanları ortak bir amaç uğrunda kenetlemek, coşturmaksa zor zanaattır. Ve kolayı seçmek adam sendecilerin işidir; zora ancak vizyon sahipleri soyunur!
İngiliz’in düğünü
İngiltere Kraliçesi torununa bir düğün yaptı, bütün dünya ağzı açık seyretti. Dünyada nice televizyon kanalı; diziyi, yarışmayı, haber programını kaldırıp düğünü taşıdı ekranına.
Şimdi, imparatorluk geçmişte kalmış ama İngiliz’in gönlünde hala bütün tazeliğiyle dimdik duruyor. Adamlar ne geçmişlerine ‘tu kaka’ diyor ne de atalarını yerden yere vuruyor.
Milletlerin bugünü de geleceği de geçmişinden kesilir. Geçmişine ne kadar gerçekçi bir biçimde yaklaşır, eleştirirken övülesi birçok yanına da alkış tutarsan, dünyadan o kadar ilgi ve saygı görürsün.
Ama bizim tayfanın saygıyla, saygınlıkla değil voli vurmakladır işi. Örneğin, koskoca Kanuni’yi alır, eline, beline, diline sahip çıkamayan bir zavallı kıvamında, köy seyirlik oyunu düzeyinde yutturur resmi tarihi baç uçlarından eksik etmeyenlere. Ve de utanmadan buna “tarihi dizi” der; “tarihin içine eden” dizi demesi gerekirken.
Ormanda bir gün
Tanrı’ya inanmayan bir adam ormanda dolaşıyormuş. Ağaçlara, kuşlara bakıyor “evrimin” ne güzellikler yarattığını düşünüyormuş ki, kocaman bir ayı dikilmiş karşısına. Adam dehşetle dönmüş, başlamış koşmaya. Ayı da peşinden. Adamın bir süre sonra ayağı takılmış, yere düşmüş. Ayı tam üzerine atlayacakken, “Tanrım!” diye haykırmış can havliyle. Zaman durmuş birden. Gökte bir ışık belirmiş ve bir ses duyulmuş: “Bunca yıl varlığımı inkar ettin. Şimdi, başın derde girince bana yalvarıyorsun. Ne oldu fikrini mi değiştirdin?”
Adam yutkunmuş: “Yok. Değiştirmedim de...sizden ricam, ayıyı dindar yaparsanız belki beni yemekten vazgeçer.”
“Pekala. İstediğin olsun...”
Işık kaybolmuş. Ayı, adamın başına çökmüş; bir güzel yalanmış; pençelerini göğe doğru uzatmış:
“Allah’ım senin rızkınla orucumu açıyorum. Hamdolsun verdiğin nimetlere!”
(Mehmet Cıbara’ya teşekkürler)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.