Ah şu "Kürt sorunu"
2005'te, Başbakan Erdoğan "Kürt sorunu vardır" çıkışını yaptığında ben, Yeni Şafak'ta, yüksek sesle, danışmanlarına hitaben "Başbakan'ı harcadınız" diye yazmıştım.
Ben, Kürtler'in sorunlarının bulunduğunu, bunların hemen tamamının kurulu düzenin çarpık yapısından kaynaklandığını, mutlaka çözülmesi gerektiğini, bu noktada Erdoğan'ın önemli bir misyon ifa edeceğini, Erdoğan'ın bölge insanı ile kurduğu kalbi iletişimin "Türkiye için bir imkan" olduğunu ama "Kürt sorunu" diye bir etnik tanımlamanın, içinin çok farklı odaklarca farklı doldurulacağını ve bunun içinden çıkılamayacağını yazmıştım.
Çünkü "Kürt sorunu" diye bir tanımlamanın, en azından "taraflar" oluşturacağını, bunun da pazarlık demek olduğunu, bir pazarlık durumunda ise kimin hangi tarafı hangi meşruiyet çerçevesinde temsil edeceğinin belirlenemeyeceğini ifade etmiştim.
Başbakan'ın "Kürt sorunu vardır" demesinden sonra devreye giren ana tartışmanın, "Böyle bir sorun varsa bunun tarafları olmalıdır"a kilitlendiği, PKK-BDP çizgisinin, kendisini "taraf" olarak kabul ettirme mücadelesine soyunduğu, Başbakan'ın bütün iddiasına rağmen, AK Parti'de bulunan, BDP'nin dört katı büyüklüğündeki Kürt milletvekili sayısının, "temsiliyet" gücü kazanamadığı ortadadır.
Bir ara Başbakan'ın Ahmet Türk ile görüşmesi söz konusu olduğunda, medyada "Ahmet Türk'ün Kürtler adına görüştüğü" gibi ifadeler çıkınca ben, "Peki ama Başbakan hangi millet adına görüşme yapacak" diye yazmıştım. Çarpıklık burada. Sanki "Kürt coğrafyası" diye özel bir coğrafya var, orası adına siyaset yapan ayrı bir grup var, Ankara, Başbakan, Cumhurbaşkanı, başka bir coğrafyanın temsilcileri ve Türkiye, bu iki coğrafya arasındaki sorunları çözmeye uğraşıyor. Bu mudur?
İş şu an öyle bir noktaya getirildi.
"Demokratik Özerklik" denen hadise de, artık çok rahat kullanılan "Kürt coğrafyası-Kürdistan" denen yerin, özel statüsünün kafalara çakılmasından ibaret. Ne diyor Tuğluk, "Sıfır noktasındayız, statümüzü belirleyip savunacak güçteyiz!"
Şu "Kürt sorunu" meselesine geri dönersek...
Ben, yüksek sesle o itirazı yaptıktan sonra, ne Başbakan ne de Cumhurbaşkanı bir daha "Kürt sorunu" demediler. Cümleler şöyle kuruldu: "Adı Kürt sorunu, Güneydoğu sorunu, terör sorunu vs. ne şekilde anılırsa anılsın..."
Ve Başbakan'ın son sözü:
"Kürt sorunu yoktur, benim Kürt vatandaşlarımın sorunları vardır..."
Herkeste bir feveran var. BDP'nin bölgede istismar edebileceği bir malzeme bulundu.
"Kürt sorunu vardır"ın zihinlere kazınmasından sonra, "Kürt sorunu yoktur"a gelmek, siyasi propaganda kalitesi açısından tercih edilmeli miydi, tartışılabilir. Evet, tersinden istismara müsait bir durum.
Ama...
Bence doğru bir nokta.
Başbakan bununla "Kürt kimliği"ni inkâr etmiyor.
Kürtler'in sorunları bulunduğunu inkâr etmiyor.
"Benim Türk kardeşlerimin sorunları vardır" gibi bir cümlesi yok mesela Başbakan'ın... Bu da, "Kürtler'in özel olarak mahrumiyet yaşadığı"nın kabulü anlamına geliyor.
Başbakan'ın, bölgeye ve Kürt oluştan kaynaklanan sorunların çözümüne ilişkin özel çabası bulunduğu da açık.
Geriye ne kalıyor?
Bölgeyi Türkiye'den ayrıştırmak ve orada, özel bir örgütlenmenin, yani PKK-BDP-KCK örgütlenmesinin borusunun öttüğü, hatta sadece onların borusunun öttüğü, Kızıl Kmer benzeri bir yapı oluşturma hesabı ve ona imkân vermeme mücadelesi kalıyor.
Bu, öyle sunulduğu gibi, "Ankara" ve "Türkler" adına bir mücadele değil.
Tüm Kürtler'in temsil hakkını kim verdi PKK'ya, BDP'ye, KCK'ya?
Ama onlar, böyle bir temsili almış gözüküyor ve bu temsili onaylamayan herkesin, bu arada bölgedeki herkesin boynunda boza pişiriyor. Can alıyor.
Hizbullah, ki belirli bir örgütü ve gücü vardır, ona karşı bile cinayet işleniyor. Geriye kalan sade Kürt vatandaşın güvenliğinin sözü olur mu bu durumda?
Bence aydınlarımız fazla kredi açtı BDP-PKK-KCK'ya...
Dün Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak) ile Şahin Alpay'ın (Zaman) özerkliğe ve "Kürt Kemalizmi"ne yönelik sorgulamaları, bence bir "Aydın uyanışı" idi. Çok önemli buldum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.