Siyasi cesaret eksiğimizi dış konjonktür mü tamamlayacak?
Gözümüzün önündeki gerçekleri anlamaya çalışmak yerine "Acaba bunun arkasında ne var" diyerek bilinmeyenleri aramak gibi kötü bir alışkanlığımız var.
Ben bunu gazete yöneticisi olduğum dönemde somut biçimde görmüştüm.
Bir gün ekonomi servisini yöneten arkadaşımız muhabirine bir defileyi izleyip haberleştirmesi için görev veriyordu.
Muhabire "Git bakalım, o defilenin arkasında neler dönüyor" dediğini duydum ve güldüm.
Müdahale ettim.
- Defilenin arkasında ne dönebilir ki? Olsa olsa soyunma giyinme odasında iç çamaşırlı mankenler dönüp dururlar, dedim.
Gizli istihbarat servislerinin neler döndürdükleri de artık gizli olmaktan çıkmadı mı?
Maktul ABD Başkanı Kennedy'nin bu konuda söyledikleri artık çağımızın, yani "İletişim Çağı"nın bir gerçeği...
- İstihbarat raporlarının çok heyecanlandırıcı olduklarını düşünmüyorum. The New York Times gazetesinin haberlerinden, o raporlardakinden daha çok bilgiye ulaşıyorum, demişti Kennedy.
Üstelik henüz ne Google, ne Twitter ne de Facebook vardı o günlerde.
Neler dönüyor?
Meseleyi "Türkiye üzerinde neler dönüyor" sorunsalına taşırsak...
Şöyle bir gerçek var bizim siyasi yaşamımızda.
Neyin nasıl yapılması gerektiğini ve sorunların çözüm yollarını biliyoruz.
Ama iç dinamiklerimizin yetersizliği bir yandan, statükoya teslim olmuşluğumuz diğer yandan, bu çözümlerin uygulanmasını sürekli erteliyoruz.
Dış konjonktür ise dünyanın bu önemli bölgesinde bu tür gecikmeleri kabul etmiyor.
Bu nedenle önemli dönüm noktaları dış dünyanın zorlamaları ile aşılabiliyor.
Şu andaki kilitlenmiş sorunlarımızı bir düşünün.
Kilitlenmiş sorunlarımız "
Kıbrıs Sorunu"nu çözüme kavuşturamadığımız için Avrupa Birliği üyeliğimiz rafta dondurulmuş olarak durmakta. "Kürt Realitesi" ise siyasetle terörün iç içe yaşadığı bir zeminde duruyor.
Örneğin bir "Abdullah Öcalan gerçeği" de var bu sorunun kilitlenmişliğinde.
Öcalan'la görüşülüyor ama onun şimdiki konumu sürdükçe, bu konu "Sorun" olmaktan çıkacak gibi görünmüyor.
Türk siyasetinin ileri gelenleri de ileri gidenleri de, bu tür kilitlenmişliklerde birer dut yemiş bülbül rolündeler. "Acaba Aleviler'in Cem Evleri de ibadethane mi" diye hâlâ tartışmıyor mu birileri?
Ermenistan sınırının açılması, nedense Türkiye-Azerbaycan ilişkilerine endekslendi.
Heybeliada Ruhban Okulu'nu hâlâ açamadık.
Osmanlı da böyleydi
Aslında Osmanlı'nın son döneminde de iç dinamiklerin yetersiz kaldıkları böyle sorunlar vardı ve dış konjonktür sonunda İmparatorluğu bitirdi.
Cumhuriyet'i kuranlar ve tabii ki Atatürk bu gerçeği bildikleri için, yeni oluşum dünya ile uyumlu bir kuruluş dönemi yaşayabildi.
Türkiye bugün kendi gerçeklerini de, çözüm bekleyen sorunlarını ve çözümlerini de, dış kaynaklardan öğrenmek durumunda bırakılmamalı.
Daha da ciddi olan ihtimal, bizim çözemediğimiz kendi sorunlarımıza dış dünyanın doğrudan ve dolaylı müdahale etmesi ihtimali değil midir?
Örneğin siyasi partilerimizin kaset darbeleri ile yeniden yapılandırılmaları sürecinde de içimizde "Acaba bunlarda dış parmak var mı" kuşkusunu yaşamıyor muyuz?
Kendi geleceğimizi kendimiz şekillendirmek için ihtiyaç duyduğumuz tek şey, siyasi cesarettir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.