Git kendini denize at
Eskiden, morarmalarını görmek için, duruma göre üç, beş, on yıl filan beklerdik...
Bu defa bir yıl bile sürmedi.
Demişlerdi ki, “Palavra... Referandum, 12 Eylül’e yargı yolunu açmıyor...”
Öyle çirkin, öyle acımasız, öyle “belden aşağı” bir kampanya yürütmüşlerdi ki...
En coşkunları, her zaman olduğu gibi, Ahmet Hakan Coşkun’du.
Birlikte okuyalım: “Anayasa değişikliğine ‘Evet’ dersek...12 Eylül’ü yapanlara yargı yolu açılacakmış. Bunu söyleyenlere sadece şunu demek isterim: Siz kimi kandırıyorsunuz?”
Ece Temelkuran ne demişti?
Kendisi söylesin: “Memleket bildiğin enayi yerine konuyor. 12 Eylül hesaplaşması martavalını alan yürüyor.”
Buraya bir yorum gider ama susuyorum. Bir de Ece’yle uğraşamam.
Sırada kim var?
Sırada Yalçın Doğan var...
Buyrun: “Referandumda milleti ve bu arada bazı safları, üstelik aklı başında geçinen anlı şanlı yazarları evet oyu için uyutma yollarından biri de, 12 Eylül’le hesaplaşmak değil mi? Gerçi, referandumda ilgili maddenin kaldırılmasıyla 12 Eylül ile hesaplaşmak arasında hiç bağ yok ama olsun, yine de darbelerle hesaplaşmak gibi delikanlı bir proje önümüze gelmiyor mu?”
Bu alıntıdaki kötü Türkçe tamamen Yalçın Doğan marifetidir. Ben sadece aracıyım.
Bir de meramını güzel Türkçeyle anlatanlar var...
Kim gibi?
Nuray Mert gibi...
Ondan da alalım: “İsteyen, bu Anayasa değişikliği paketinin 12 Eylül ile bir şekilde hesaplaşma olduğu hayaline kendini kaptırabilir.”
Biz kaptırdık maalesef.
Uzun süre bu hayalle yaşadık.
Biz bu hayale kendimizi kaptırmış saf saf giderken, hanımefendi Arato’yla dirsek teması halinde “sivil dikta” kampanyası yürütüyordu. Bir taraftan da “Ben buldum... Sivil dikta kavramı benim buluşumdur” diye sağa sola şarlıyordu.
Sen bulmadın. Bulunmuştu zaten.
Demokrat Parti’nin iktidara gelmesini hazmedemeyen tek parti bürokratları tarafından pişirilip tedavüle sürülmüş, oradan da Deniz Baykal’ın ağzına düşürülmüştü. Kullanım hakkı, demokratik parlamenter sistemden hoşlanmayanların elindedir hâlâ.
İlle bir buluşla anılmak istiyorsan, “duble yollar” neyine yetmiyor!
Şimdi kim gelsin?
Mehmet Yakup Yılmaz gelsin.
Mehmet Yakup Yılmaz’a daha geniş bir parantez açmamız lazım... Hak ediyor çünkü.
Küçücük yaşta (13 yaşında) sosyalizmle tanışan ve bütün külliyatı yalayıp yutan bu arkadaşımız, bir süre önce filozofik çıkışlarıyla gündeme gelmişti.
Mesela, “Her gün önemlidir” şeklinde, hiç kimsenin aklına gelmeyecek önemli bir söz söylemişti ki, Hürriyet gazetesi günlerce sürmanşetinde gezdirip durmuş; yetinmemiş, bir de reklam olarak televizyonlarda döndürmüştü.
Çünkü müjde, Mehmet Yakup Yılmaz Hürriyet’e yazar oluyordu.
Ertuğrul Özkök, Özdemir İnce, Tufan Türenç, Yalçın Doğan, Bekir ve Ahmet Hakan olmak üzere iki adet Coşkun ve Mehmet Yakup Yılmaz... Ne şahane kadro!
Peki, Mehmet Yakup Yılmaz referandum için ne buyurmuştu?
Kendisi özetlesin: “Referandum’da ‘hayır’ oyu vereceğim. 12 Eylül 2010 referandumunun, 12 Eylül 1980 Anayasası ve düzeni ile bir hesaplaşma olacağı palavrasına karnım tok... Görelim bakalım kim doğru söylüyormuş? Darbecilerin yargılanacağını söyleyenler mi, yoksa bunun göz boyamak için Anayasa değişikliği metnine konulmuş bir hüküm olduğunu söyleyenler mi?”
Bundan sonrası için yorum yapmayacağım.
Söz bitmiştir.
Bu arkadaşların ele ele verip kendilerini denize atmalarını bekliyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.