Kriz derinleşirken...
Benim gördüğüm:
Bir: YSK, 9 Haziran'da Hatip Dicle'nin durumuna vakıf oluyor ama adaylığı iptal "cesaret"i gösteremiyor. Çünkü daha önce bir "veto" depremi ve tornistanı yaşamış, seçimlere iki gün kala bir adaylık iptali, onu korkutuyor.
Korkmakta haksız mı? Tartışılabilir.
İki: BDP, taa 22 Mart'tan itibaren Hatip Dicle'nin cezasının onandığının, bunun seçilmeye engel olduğunun farkında. Bu sebeple aday gösterilmemesi lazım. Aday gösteriyor, YSK'nın zaafı onu cesaretlendiriyor ve seçimler olup bitiyor. YSK Dicle'nin milletvekilliğini düşürüyor.
Şimdi BDP, bastırarak sonuç almaya çalışıyor. Yasalar karşısında haklı değil ama "bastırmak" da siyasette bir yöntem haline gelmiş durumda.
Bastırmak:
Dağın hareketleneceğini bildirerek.
Sokağın hareketleneceğini bildirerek.
Meclis'e girmeme tehdidini koyarak.
Ve "ayrı Meclis" kurmakla tehdit ederek...
YSK'nın da içinde bulunduğu kurulu düzenin birçok aksayan yanı var. Anayasa aksıyor, yasalar aksıyor, kurumlar aksıyor.
Tüm bu aksamalar, siyaseti yaralıyor, ülkede etnik, dini, mezhebi sorunlar doğuruyor. Kürt sorunu ya da militan laikliğin doğurduğu sorunlar bunlar arasında...
Türkiye bunun fakında ve bunu düzeltmeye çalışıyor. Son seçimler, aslında böyle bir ümit de doğuruyor.
Ancak Kürt sorunu, en azından dağda silahlı grupların bulunması, çatışmalar, ölümler, yargılamalar ve cezaevlerinde bulunanlar bakımından, üstelik tüm bunların toplumsallaşması sebebiyle en sıcak, en kritik mesele durumunda.
Burada sorunun parçası olmakla çözümün parçası olmak bir ayrışma noktası.
Ben, bürokratik mekanizma içinde başka hesapların olması akla gelse bile, en azından AK Parti iktidarının çözümü kaçınılmaz gördüğü kanaatindeyim. Bu kanaat de, sadece bir hüsnü zandan ibaret değil, AK Parti hem içeride hem dışarıda başarılı olmak istiyorsa, bu sorunu çözmek zorunda olduğunu bilir. AK Parti'nin bu çözüm iradesinin, Kürtler'in önemli bir bölümünde karşılık bulduğu da, seçimin ortaya koyduğu bir sonuç.
AK Parti'nin çözüm çerçevesi ne? Türkiye bütünlüğü içinde, toplumun her kesiminin içine sinen bir eşitlik, özgürlük çerçevesi.
AK Parti çözüm ararken, Kürt siyasi hareketinin öne çıkardığı kişi ve gruplarla da temas kurma ihtiyacı duyacak.
Kürt sorunu konusunda öteki ayağı, siyasi sözcülüğünü BDP'nin yaptığı cenah oluşturuyor. Bunun içine Kandil gibi, İmralı gibi, KCK, DTK gibi odaklaşmalar giriyor.
Onların da bir "çözüm arayışı" içinde olduğunu kabul etmek lazım.
Normalde çözüm arayışında iseniz, diyelim diğer siyasi gruplarla, burada en belirleyici rolde olan iktidar grubuyla, belki daha çok psikolojik duyarlılık gereği, toplumun BDP tabanı dışındaki tüm birimleriyle iletişim kurmanız, birlikte hareket çabası içinde olmanız gerekir.
BDP'nin buradaki duruşu biraz karmaşık gözüküyor.
Bir yerden bakıldığında, Türkiye bütünü içinde çözüm aradığını düşünüyorsunuz.
Ama bir yerden baktığınızda, "çözüm çerçevesi"nin uzlaşılmaz alanlara kaydığını, bunun için kuvvet kullanıldığını, her olayın etnik siyasi bilinç inşasına vesile edildiğini, dolayısıyla, bütünlük içindeki çözüm arayışı görüntüsünün aldatıcı olduğunu düşünüyorsunuz.
Normalde kurulu düzenin yanlışlıkları herkesi rahatsız ediyor ve herkes ondan kurtulmaya çalışıyor ama BDP'liler, sanki "O yanlışlıklar olsun ve biz onları bahane olarak kullanıp, Kürt toplumunu doktrine edelim" gibi bir başka merhalede "Uluslararası güçleri Türkiye'ye müdahaleye çağıralım" gibi bir hesap içinde görünüyorlar. Buradan bakıldığında Kandil de, İmralı da, sokakları ateşe verip gençleri yakanlar da, bir siyaset aracı haline geliyor.
Bu da toplumda tehdit algısı oluşturuyor. BDP'liler bunu anlayabiliyor mu?
Balbay-Haberal: Tahliye talebi reddedildi. Eminim ki kararın altında "Bunlar tahliye edilirse öteki tutuklular ne olacak" sorusunun cevapsızlığı vardır. Burada Ergenekon, Balyoz, KCK davalarını önemsiz görüp, bu davaların sanıklarını aday gösterenlerin hiçbir sorumluluğu yok mu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.