Batıyoruz
Aykırı adamım ya, gündemde değilmiş gibi görünen "asıl gündemi" tartışmaya bayılırım. Herkes Mersin'e giderken ben tersine giderim, huyum kurusun.
Şimdi de, herkes şu son Yargıtay-Hükümet çatışmasında Aydın Doğan'ın bazı adamlarının ağızlarından köpükler saçarak "geçirdik, geçirdik" tavrını takınmalarını ibretle izlerken, ben aklımı cumhuriyetin numaralarına taktım.
"Numaracı cumhuriyetçiler" şeklinde hakaret edilen bazı yazarlar var, biliyorsunuz.
Yeni, demokrat ve özgürlükçü bir anayasa istiyorlar. Bürokrasi ve basında onun kuyrukçuluğunu yapanlar da, istemiyorlar.
Ama kendi düzenlerini de bir türlü tutturamıyorlar, "konsolide" edemiyorlar. 1876 yılından beri altı anayasa denediler...
1876 (1908'de değişiklik olmadı, rafa kaldırılmış metin yeniden yürürlüğe kondu), 1921, 1924, 1960, 1971, 1980...
Elbette tarih onlar için 28 Ekim 1923'ü 29 Ekim'e bağlayan gece başladığından, hadi daha öncesini saymayalım... O dönemi bu toplum yaşamadı, uzaylılar yaşadılar diyelim.
Fakat cumhuriyet boyunca da dört kere değiştirmek zorunda kaldılar.
Bürokrasi anayasa yapıyor, halka ya onaylatıyor ya onaylatmıyor, fakat bu anayasa "fazla gitmiyor"...
Kendileri sık sık değiştiriyorlar, fakat "başkası" değiştirelim deyince de (aydınlar ya da halkın temsilcileri) kızıyorlar!
Bu memlekete komünizm lazımsa onu da onlar getirirler, anayasa lazımsa onu da onlar... Halka ya susmak düşer ya da önüne konulanı yemek.
Değiştirme teklifini destekleyene "numaracı" diyorlar, oysa Batı'da, özellikle Fransa'da bu numaralar esas olarak anayasa değişikliğine göre konuyor.
Yazıyı uzatmamak için daha gerilere gitmeyelim, 1946 Anayasası kabul edilince oluyor Dördüncü Cumhuriyet, o kaldırılıp yerine 1958 Anayasası konulunca da oluyor Beşinci Cumhuriyet...
Bu yüzden Fransa'da hiç kimse "istiskale" de hakarete de uğramıyor. Cumhurbaşkanı da bu numarayı kabul ediyor tarihçisi de, kralcısı da komünisti de, askeri de hamalı da.
Bu hesaba göre, biz de şimdi Beşinci Cumhuriyet'i "idrak etmekteyiz".
Hadi 1921 metninde yapılan 1924 değişiklikleri üzerinde fazla durmayalım, fakat o dönemin Türkiyesi'yle 1960 sonrası Türkiye arasında, o Türkiye'yle de 1980 sonrası Türkiye arasında çok derin ve önemli farklar vardır. Yalnız anayasa açısından da değil, her bakımdan.
Bunu kabul etmekten niçin korkuyoruz ve bu konuda ağzını açanın da ağzına etmeye niçin bu kadar hevesliyiz?
Yoksa bürokrasi, kurduğu düzenin "ilelebet payidar kalmayacağından"mı kuşkulanmaktadır?
Payidar bırakmayan, Atatürk'ün kurduğu sistemi ortalama on ile yirmi yılda bir orasından burasından çekiştiren, eğip büken, bozan, değiştiren de kendisi!
Ama tarihimizde ilk kez halkın temsilcileri, bazı aydınlarla da hemfikir olup yeni bir anayasa tasarlamak isteyince de, tu kaka...
Artık üzülmüyorum, gülüyorum demiştim.
E-Muhtıra'ya da, Y-Muhtıra'ya da, Türkiye'nin önünde birkaç aya kadar açılacak olan uçuruma da...
Gülüyorum, salya sümük ağlamamak için. Bürokrasi bir kez daha Türkiye'yi bilmem kaç yıl geri götürmek üzere. İşin en acı tarafı da bunun "ilericilik" kılıfıyla yapılması.
Batıyoruz, farkında mısınız?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.